Cuma, Eylül 7

Futbol dilencisi

Kenar mahallenin asi delikanlısı, büyükşehrin yoz çocuğu, medresenin gedikli talebesi, Beyoğlu barlarının aranan gitarcısı, sınıfın gözlüklü, sevimsiz öğrencisi. hiç fark etmez.
Sibirya’nın soğuğu, Ekvator'un sıcağı, Nepal’in yamaçları, Ortadoğu’nun acısı, Hawai’nin sefahati, Zaire'nin yoksulluğu. hiç fark etmez.
Hepsi de döner dolaşır ve buluşurlar bir meşin yuvarlağın hatrına ve düşerler peşine zerre sıkılma hissetmeden. Orada gerçek olur sadece, o klişeleşmiş ‘hepimiz Adem’in torunlarıyız’ ibaresi. Sadece orada aynı olur tüm renkler. Ne siyahı kalır, ne çekik gözlüsü, ne beyazı, ne kızılı, ne yerlisi, ne köylüsü.
Kenardakiler böbürlenerek renk körü olmadıklarını söyleyecekler tabi zaman zaman, içeridekini yaşamaktan muzdarip olmak ne kadar acıdır onlar için, farkında bile değiller, yazık.

Futbol dilencisi olmak. fazla iddialı bir ifade, haklısınız ama futbolun kültürünü yaşamak ve her şeye rağmen öteki futbolu yaşatmak isteyen bir adamın böyle uygun gördüğü söylemin üzerine fazla bir şey eklemek bize düşmez. Zaten şu koca ülkede iki elin parmaklarını geçemiyor futbolun pozisyon yorumlamaktan öte bir şey olduğunu anlatmak isteyen, futbolun kültürünü insanlara kalemle aktarmak isteyen adamların sayısı. Bırakalım da söylemleriyle biraz daha renk katsınlar monoton hayatımıza.

Futbol dilencisi olmak; nasıl bir ruh halidir, ne çeşit bir saplantıdır, neden insanları esir alır, ne şekilde büyür, nerede olgunlaşır, hepsi muamma bunların. Aşk gibi, aniden, beyne sıkılan kurşun gibi, kalbi acıtan, güldüren, ağlatan, heyecanlandıran.
futbol dilencisi
söz konusu futbol olduğunda duygularını da yenebilecek kadar cesaret ve özgüven sahibi olmalı, bilmeli ki futbolun olduğu yerde var sadece onu hayata bağlayacak heyecan. Maldini’nin istikrarı, Carlos’un sürati, Laudrup’un zarafeti, Zidane’ın asaleti, Makelele’nin enerjisi, Hagi’nin zekası, Riijkard’ın göz alıcı sadeliği, Zola’nın vefası, Gazza’nın dengesizliği, Garrincha’nın yılmazlığı, Schmeichel’ın cesareti, Giggs’in sadakati, Gattuso’nun hırsı, Cruyff’un mest eden yeteneği, Maradona’nın asi ruhu, Keane’in asabiyeti, Mourinho’nun küstahlığı, Capello’nun dehası…
Hepsini barındırmalı tek amacı futbol olan, Rolex saatlerin, Porsche arabaların, şık bayanların değil de; toprak sahada, yırtık kramponlarla, kanlı ayaklarla atılan gollerin sevdalısı...

Evet haklısınız; insanı kendinden geçiren bu dünyevi duygular hepimizin gözlerini kör edecek kadar parıltılı. Zaten bu yüzden lanet olası yıldız takım antrenmanlarında sahanın çevresini 10 tur koştu her gün iki defa, sırf ilerde kulübün A takımında da oynayabilmek, tanınmak, büyük topçu olmak için, zamanın 12-14 oyuncusu. Sırf bu sebeple hiçe saydı çevresindekileri, eğitimini, değerlerini. Ta ki takımdan koparılana kadar. Kader uzaklaştırdı belki de onu bu köhne yapının içinden…
Uzakta anladı futbola aşık olunabileceğini ve bu aşkın sadece amatör ruhla, umarsız bir kalp çarpıntısıyla yaşatılabileceğini. Soğuktan eller morarırken, burun delikleri boşvermişlik içinde boşalırken, sıcak beyni kavururken de topun peşinde koşmak için üzerine para vermenin heyecanını.
...
Bir mahalle arasında, uzak bir halı sahada, okul bahçesinde, odanın ortasında, masaların ardında. iki insan ve hafifçe yuvarlanmış herhangi bir nesnenin olduğu her yerde. Klinsmann'ın orgazmdan daha zevkli dediği o hazzı, o mükemmel duyguyu tadacağız hep beraber. Goller atacağız, kaybedeceğiz, kazanacağız, bağıracağız. Bir sonraki saatin boş olması için dualar ederken, biraz daha vakit verilmesi için dil dökerken, havanın kararmaması, yemek saatinin gelmemesi için yalvarırken bilinç altımız bizi Wembley'e, San Siro’ya, Mestalla’ya, Maracana’ya, Arena’ya uçuracak. Zico'nun, Gullit'in, Valdano'nun, Beckenbauer'in siluetleri de orada olacak bizimle birlikte. İçimize çekeceğiz her anı doya doya.

Aklımıza Nick Hornby gelecek; "I fell in love with football as i was later to fall in love with women: Suddenly, inexplicably, uncritically, giving no thought to the pain or disruption it would bring with it." İşte bu söz ama onun söylediğine emin değiliz, biz de söylemiş olabiliriz, o kadar bizden ve o kadar biz ki. Camus’yu hatırlayacağız sonra. "Futbolda topun nereden geleceği hiçbir zaman belli değildir. Bu nedenle hayata çok benzer. Yaşamda da özellikle büyük şehirlerde, insan davranışlarının ne şekilde olacağı, ne şekilde dönüşeceği, ne yapacakları belli değildir" diyecek ve bizi bitmek tükenmek bilmeyen keşiflere çıkmak için bir daha cesaretlendirecek.
Efsane Anfield’lı bill Shankly'nin "Futbol ölüm kalım meselesi değildir. Bundan daha mühim bir şeydir!" sözünü de aklımıza getirdik mi, ulvi bir şeyin peşinden koştuğumuzu bir kez daha anlayacağız ve gözlerimiz daha bir mutlulukla parlayacak.

futbol, bir güzel oyun. daha da bir sarılası geliyor insanın be dostum.

Hiç yorum yok: