![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJYIiKqAX6Q6kMsOpr2HioBI0pba3PCgjSTfVrEFSSl2BoHPpgp2DcfIWVWhKCKXWc7LevTpgEi_rZsf7PZDcQWxLAsiUsX_-9nNF7BcGfm3Ifs0B6VvLCMsN47t2sxTmQM9pD5_ME1-8/s400/bjk-gs.jpg)
Şu ana kadar kulüplerin -bir şeylerin ters gittiğini ilk bakışta anlayabileceğimiz kulüpler dahil- krize karşı bir şeyler yapmak, krizin etkisini en çabuk hisseden vatandaşa -futbolda bu vatandaşın adı taraftar olarak değişiyor- yönelik faaliyetlerde bulunmak gibi bir düşünceleri olmadı malumunuz, hani kale arkası biletinde indirime gidelim, seneye kombine almak isteyenlere şöyle bir kolaylık sağlayalım ya da ne bileyim, bilet alana atkısını biz hediye edelim, atkı alana bilette biraz indirim yapalım gibisinden bir şeyler kastını ettiğim. Sosyoekonomik duruma paralel pazarlama kampanyaları yani, taraftarın yanında yer aldığını hissettiren kulüp imajı. Yok maalesef, göremedik. Hatta bu olumlu yaklaşımların yokluğunu bırakın, biz ligin 33. haftasında 90 TL’ye satılan kale arkası biletini gördük, evet evet çıplak gözle.
Konuyu biraz daha kulüpler tarafına çekelim burada müsaadenizle. Ekonomik olarak ciddi bir darboğazdan geçen Galatasaray’ı örnek olay olarak incelemekte fayda var. Sezon başında ciddi transfer atılımı gerçekleştiren, yarınlara umutla bakacak saha içi ve saha dışı faaliyetlerde bulunan son şampiyon Galatasaray. Kewell, Baros, Meira, De Sanctis transferleri, Euro 2008’de yıldızlaşan genç oyuncular, ütopyayı gerçeğe dönüştüren Aslantepe hareketi, yeni sponsorlar, yeni projeler, yeni departmanlar, merchandising, iletişim ve pazarlama adına yepyeni oluşumlar. Hepsi çok güzel, hepsi kalıcı başarı için temel niteliğinde. Ancak atlanan bir şey var ki, Galatasaray’ın gelir modelinin işleyebilmesi için öncesinde sıcak paranın bulunması gerekiyor. Sezon başında yapılan planlar Şampiyonlar Ligi’nden gelmesi muhtemel para üzerine oynanan kumara endeksliydi, tutmadı.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYwAmXRFqXECobMETLKnnbuooll12tvkRJqiLHf-B9yA3c0OHxUe8zzC0TYx-x5ft4IsssMrpkNUAzMMvYPAGrwnu5d2wW2jHr6GxwP1DSGYLCEQ95rCYjy8hT5QUFOpA0XXLTbWuHTS0/s320/soccer-player-coin-money-clip.jpg)
Şimdi biraz toparlayalım, olayı makro düzleme taşıyalım ve Türk kulüplerinin endüstriyelleşen dünyada rekabet edebilmeleri, mevcut krizi ve muhtemel krizleri aşmaları için neler yapmaları gerekir, kabaca buna bakalım. Ülkenin maddi olarak “güçlü” takımı hangisi diye sorulacak soruya verilecek tek cevap hala Fenerbahçe. Nedenlerini iyi analiz etmek gerekiyor, bu takımın Deloitte Money League’de ilk 20’ye giren ilk ve tek Türk takımı olmasının başlangıç dönemi çok basit doneler üzerine kurulmuş; yıldızlarını sat, sıcak parayı bul, tesis yap, sürekliliğini koru. Evet, bu kadar. Okocha ve Baliç’in gidişleri bir anlamda milattır Fenerbahçe için, Aziz Yıldırım’ı en çok rahatlatan transferlerdir. Buralardan gelen paralarla tesisleşmenin temelleri atılmış ve pazarlama faaliyetlerine start verilmiştir. Sonrasında zaten değirmen kendini döndürmeye başladığı için yapılan büyük hatalar bile kolaylıkla geri planda kalabilmişlerdir.
Şimdi Galatasaray’ın Arda ve Topal’ı sattığını düşünelim, tribün tepkisi gelecek vs. vs. gibi detayları arkada bırakalım lütfen. Topal’a 1 milyon dolar vermeyi göze alan yapının aynı şekilde onu 10 milyonun üzerinde satabilmeyi de göze alması gerekiyor. Sonrasında yapılacak 3-4 karavana transfer için de kaynak oluşmuş oluyor işte, 5. Oyuncunun doğru çıkması da kulübü yine bir adım öteye taşıyacaktır. Bakınız sadece transfer mantalitesinin katma değerinden bahsediyorum. Bunun sonraki aşamaları için çok çeşitli pazarlama atraksiyonlarını gerçekleştirmek mümkün, onları başka bir yazıda inceleyebiliriz pekala ancak tekrar şunu söylemeliyim ki; o çok gerekli sıcak parayı bulabilmek için bir şeyler yapmalı değil mi?
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDj0JkXxU3uJELDgeXfcnnK7mHYnHRa6e0VMttVv5aU-y0I9ZwuMUknz8I_8tW8_x6jOqLlXI0HvtBXvuX7NH444gTrlJJrD-i_bgBcwPltRgfRexvBzWVM2tZ4PDLi2VJbyS2iR74w7w/s400/topal_arda.jpg)