Pazartesi, Mart 16

Kocaeli – Liverpool hattındaki futbolun sağlık üzerine etkileri

Adı “Süper” ligimizde bir hafta daha sona erdi, Trabzonspor – Galatasaray mücadelesiyle ile birlikte haftanın 2. aşamasını tamamladık. Malum artık ligimizin her haftası 3 aşamalı bir yapıda izleniyor. İlk aşama Çarşamba gibi başlıyor, maçın öncesindeki gerginlikler, kadrolar-kadro dışılar, oyuncu seçimleri, yönetici demeçleri ve saire… İkinci aşama -gittikçe değerini daha da kaybeden- oyunun oynandığı kısım oluyor. Genele yayarsak Cuma akşamı saat 8’de başlayıp Pazar akşamı saat 9’da biten kısım ve sonrasında en heyecanlı yeri! “Final cut“ aşaması. 3 gün 3 gece sürecek tartışma, harala gürele, kavga, dövüş, tenkit seansı.

Araya Avrupa maçı falan girince kopar gibi oluyoruz bu rutinden ama çok değil tabi, “hafiften.” Kolay iş değil sonuçta standartlara kafa tutmak. Bu ezberlerimize işlenmiş kalıp-rutin hayata trip atmayı göze alıyorum bazen. Geçtiğimiz hafta içi mesela, ManU-Inter ve L’pool-Real maçlarında yaptım bunu, yapmaz olaydım…

Ferguson’ın efsanevi ManU’sunu bir kenara bırakıyorum, kenara bırakmasam ne söyleyebileceğim sanki ya. Neyse Liverpool’dan gireyim konuya ben. Rafa Benitez’in bir kez daha gönüllere taht kurduğu karşılaşmadan bahsediyorum. La Liga’da Barça’ya yaklaşma cüretini gösteren El Galacticos’a cevap, direnişin bir başka takımından geldi 4 golle. Açılışı da Agüero-Forlan ikilisinin kaç hafta sonu yapamadıkları bir şekilde onların selefi asi İspanyol Torres yaptı ya daha ne diyeyim. Real kalesinde “Saint” Iker olmasaydı neler olurdu sorusunun cevabını sanırım en iyi Anfield’dan 8’le çıkan Hakan Arıkan verecektir. Maçta bu satırlara sığmayacak çok fazla güzellik vardı ya, benim aklımda kalan en temel nokta kameranın sahanın üçte birini kapsayan kadrajının dışına atılan topların kırmızılı oyuncuların tam ayağına isabet etmesiydi. Bu nasıl bir tekniktir, bu nasıl bir taktiktir, burası hangi gezegendir biri bana anlatsın Allah aşkına. Neresinden tutmaya çalışsam başka bir hikayenin içinde buldum kendimi velhasıl, başım dönüyor…

Bu maçın öncesine döneyim şimdi müsaadenizle. Pazar akşamı, Fenerbahçe ile Kayseri oynuyor. Kendimi de bu maça hazırlamışım, Anadolu’da bir isyanın şahlanışını simgeleyen Kadir Has Stadyumu’nda ilk maç oynanacak. Kayserispor; Trabzon’un zamanında aşındırdığı, Sivas’ın 2 yıldır kovaladığı zirveye ulaşabilmek için gerekli adımlardan birisini daha attığını cümle aleme duyuracak. Dile kolay, Gençlik Spor’un en yenisi çeyrek asrı devirecek stadyumlarına nazire yaparcasına UEFA standartlarında bir yapı yükseliyor Kayseri’den, daha ötesi mi var?

Daha ötesi varmış, evet. Kadir Has Stadı keşke açılmasaymış dedim şahsen o gün. Keşke ulaşılamaz bir mit olarak dursaymış, her dönem inşaat fotoğraflarına bakıp bakıp “bak 2 santim daha ilerlemişler” diyerek kendimizi avutsaymışız…

Zemin, seyirci, rant kaygısı güden ekabir, saha içindeki 23 kişi. Her birinde ayrı bir dert vardı yahu o gün. Hadi Fenerbahçe taraftarını ve saha içindeki Fenerbahçeli oyuncuları bir nebze anlarım, onlar deplasmana geldiler ve bu eski takımın yeni stadına da bir ayrıcalık tanımadan olaya külliyen -tukaka- deplasman muamelesi yapacaklar. Peki ya ev sahipleri ne yapıyorlar? Tribünde sesleri çıkmıyor, saha içinde “bitse de gitsek” oyununda bir grup futbolcu var. Kulübedekilerin de son 20 dakikada havlu atmaları da ayrı bir ironi. E sonra? Sonrası Sait Faik’in kavun acısı gibi bir şey işte. Çok acı…

Tamam, Şampiyonlar Ligi mükemmel bir arena, iyi güzel hoş da böyle yavan maçlardan sonra oynanmasa maçlar olmaz mı, UEFA’ya bu sitemi duyurmak lazım bir şekilde. Hadi oldu bir hata Kayseri maçından sonra oturduk Liverpool’u izledik, Manchester’ı izledik, e peki sonrasında Kocaelispor karşısına çıkacak Fenerbahçe’yi stadyumlarda kovalamak da neyin nesi? Bari buna bir şey yapsanız, insanları azıcık avutsanız olmaz m?

Olmuyor velhasıl, olduramıyorlar. Böyle olunca da baş döndürücü bir hızla globalleşme evrimini sürdüren dünya, futboluyla artık bana zarar veriyor. Gerrard’dan sonra Mehmet Güven’i, Kuyt’tan sonra Kazım’ı, Rooney’den sonra Guiza’yı izlemek benim mantığıma ters düşüyor...

Evet buraya kadar epeyce ütopyaya daldık kabul ama kısmen de olsa o ütopyayı yaşatan bir FA var Ada’da, bizim imdadımıza yetişen. Liverpool’u Manchester’ın karşısına çıkarıveriyor işte. Hafta içi sergilenen güzelliklerin hafta sonu da yaşanabileceğini görmek iyi geliyor bünyeye, seviniyorum. Bir hafta daha kazanıyorum sonuçta delirmeden. “Önündeki maçlara” bakmayan insanları görüyorum… Yaşıyorum işte…

Hiç yorum yok: