Pazartesi, Mart 1

Futbolun diyalektiği diyerek kaybolmuş mu oluyorum?

Fanatizm.. Gözlüklerin atlara münhasırıyla şereflenme seremonisi!

Gözlerim karanlık, aidiyeti hissediyorum, basiretimi son kapakla atıyorum içimden, o kaşkol billurdan kişiliği parçalayan kötülüğüm, davranışlarım değme aktörlere taş çıkaracak kadar kötü.. İşte yenmeye giden ben.. Sevmediğim ben, biz..

Milletçe bu sisteme alet olmuş insanları, o insanları sevenleri de sevmeyiz -ki efendilik de bunu gerektirir- berrak ve asil duyguların insanıyız nitekim. Bu yüzdendir ki elimizden geldiğince çevremizdeki problemli kişileri düzeltme yoluna gideriz, kendi gelişimini tamamlamış ve artık paylaşmaya hazır her insanın yaptığı gibi! Yanlışı düzeltme dürtüsü işte, atalardan geliyor olsa gerek, malum kelle koltukta dünyaya meydan okudular sırf döndürmek için..

Özümüzü eleştirme noktasından hareketle, uzaklardan değil de Türkiye profilini her dem hissettiren yakınlardan bir yerlerden yola çıkalım. Bu yer bir Okan Bayülgen vecizesinin biraz daha kalıp değiştirmiş versiyonu olsun. Ortanın azıcık üstünde, en alttan en üste kadar gidebilme potansiyeline sahip komünitelerin bileşkesi herhangi bir sosyal platformun içine girelim. Kaç kişiyiz orada, ne yeriz-ne içeriz, nerelerde gezeriz, ortak özelliklerimiz ne kadar ortak, neden oradayız ve paylaşmak zorundayız, sosyal kaygı güden detaylara girmeden düşünelim sadece. Nitekim sosyal mecraya girdiğimiz günden beri sosyal dürtüerle hareket ediyoruz, ah bir nefes verelim de soluk olsun düğümlerimizde.

Bu soruların bizi nereye vardıracağı bilinmez çünkü, soluksuz çıkarsak yola nereye kadar tahammül edebileceğimiz öngörülmez. Sonuçta platformdaki her karakterin reel dünyada birden fazla yansıması olduğu tahmin edilebilir birşey ancak bu karakterlerin dayanma gücü asıl sorgulanması gereken. Platformu bizim de dahil olduğumuz bir küçük ülke yapıverelim tamam, örnek uzay mıdır nedir hendese ilminden esinlenerek gidelim ona da kabul verelim.

Buradayız... İnsan içinde.. Toplumun gözleri önünde.
Buranın ötesinde başka yerlerde de bizi temsil etmek üzere görevlendirdiğimiz karakterlerimiz mevcut. *Malesef* çokça büyük bir sanallık içinde ve bu gizemli alemin verdiği; cehaletin asalete dönüştürdüğü cesaretle bir şeylerin peşindeyiz. Fark edilmek istiyoruz ve bir şekilde bunu başarmanın yollarını arıyoruz. Bulduğumuzda da dokunmayın keyfimize. Kolay yoldan farkedilme metodları nelerdir diye düşündün mü hiç, yoksa düşünmeden mi karar verdin? Bu cümleciğin içindeki paradoks bile sorularımı yanıtlıyor ama neyse yoksayıyorum, statüsü belirlenememiş insan için farkedilmenin en kısa yolu yeşil çimlerden geçiyor dostum, bulmamız zor olmasa gerek. Er kişilerin dikkatlerini kısa zamanda cezbetmek çocuk oyuncağı kıvamında. Ne gerdan kıvırmalar, ne ters dönüp yer şikayetleri, gerek yok. Buyurunuz er meydanına, size yerimiz her zaman var.

Yazıyoruz, yazıyoruz ve bünyemizi tatmin ediyoruz. Bazen ‘nasıl koyduk’ diye yeri göğü inletiyoruz oyun bittiğinde, hemen bir tetiklenme harekatı gözleniyor tabi yeşil semalarda hem lehte hem aleyhte. Doğal olarak bu gurup pek tasvip edilmiyor duyarlı insanlarımız tarafından! Kimileri objektif bakmaya, ortamı yumuşatmaya çalışıyor, ucunda ölümün olmadığı temaşa sanatı nitekim. Güzel düşünceler, tebrik ederiz o zaman deyip Sezar'ın hakkını teslim etme aktivitesi yani, Neron'la Brütüs'ü konuşan, ateşli bir ihtiras hikayesi ile belirsizliklerle dolu bir arkadan vurma hikayesi, Sezar'ı kim gerçekten andı ki hem?

Neyse... Kimileri ben ilgilenmem deyip köşelerine çekiliyor çağlar üstü bir medeniyetin üyeleri gibi, takdir ediyorum ne yalan söyleyeyim. James Cameron'ın hayal gücünün sınırlarında yaşayan insanlar bunlar olsa gerek diyorum kendi kendime.

Gezegeni yok eden zihniyet de aynı hayal gücünün dahilinde şekillenmişti değil mi? Meşin yuvarlak konulu her zerreciğin ardından kişiyi ''üç direğin arasından geçen topun doğurduklarına bakın hele'' zihniyetiyle ötekilerin aşağıladığı siyah adam muamelesine tabi tutanlar.

İşte şimşeklerimin çaktığı an. Safları sıklaştırın, renklerin kavgasına mola, şimdi zaman renklerin tümünün düşmanlarıyla mücadele zamanıdır. Meydan okumanın açıklaması budur işte, yelkenler fora.

Kontraları görüyorum, sizde renk fanatizmi varsa bizde de anti-fanatizm'in paradoks içeren reddettiğimiz fanatizm kırıntıları var. Savulun…

Taraftar.. Kendini kaybetmiş de olsa, fanatizmin boyutlarını darmadağın edercesine militan gibi takımlarının yanında olmaktan gurur duysa da, iki rengin yan yana gelmesiyle hayatın anlamına vakıf oldum sansa da; bizden birisi be. Sevmek zorunda değiliz onu, nefret etme konusunda da sadece özgür irademizle çatışabiliriz, özgür iradeye de hangi çılgın gem vurabilmiş ki demeyin onu da alt edebiliriz pekala. Ancak bunu yaparken beyaz türk edasına bürünmek de neyin nesi? İşte burası anlayamadığım nokta. Yaş kuru demeden topun ensesindeki herkesi töhmet altında bırakmak hangi mantığın ilkesi? Futbol sevgisini insanlığın standartize edilmiş ve tabana yayılmış çılgınlığıyla aynı kefeye koyma gafleti hangi sistemin doğrusu?

Fanatiklere gülüyorum ve onları düzeltmek adına anti-fanatizmin fanatiği oluyorum. Belli bir kitleye hitap eden her oluşumdan bağnaz bir koku alıyorum ve sözlerimi söylüyorum cesurca. Aferin bana..

Son söz her zaman gerçeğin sözüdür ve ben gerçeğim!

İki uç nokta arasında gidip gelen ve gerçekliğini ısrarla öne çıkaran bir gerçek! Abartı diyenler vardır muhakkak, kime göre neye göre klişesinden hareketle saplandığı bataklıktan çamurlu ayarlara girişenler de olacaktır. Durumun çarpıklığı aşikar ne de olsa. Kim haksız peki onu söyleyebiliyor musun bana?

Aynaya mı? Bir ara bakarız, acelesi olmasın. Ve rica ediyorum, birisi beni çekip kurtarsın, vicdanım, sağduyum, ellerim, dikenli teller, en ağır küfürlerim, sevgilerim, içtiklerim? Ben kayboldum!