Çarşamba, Mart 25

Bi' "milli maç" arası..?

Yine bir "milli" arayla karşınızdayız değerli futbolseverler! Klişe bir giriş yapalım ki yazının nasıl gideceği ilk cümleden belli olsun, evet fazlasıyla klişe bir giriş, sonraki satırların da temelini oluşturacak hayat felsefemiz "klişelerimiz".

Lakin geniş perspektiften bakınca bu milli arada yaşadığımız hangi olay klişenin ötesinde bi söyleyin Allah aşkına? Grup maçlarının ortasına geldik neredeyse. 4 maçta 8 puanı var Türkiye'nin. Rakip İspanya'nın alacağı 3 puan Türkiye'nin grup birinciliği ihtimalini öldürecek, Türkiye'nin alacağı -en az- 4 puan ise çılgın adamları liderlik için potada tutacak. Şu durumda mantıklı düşününce liderlik beklemek hayaller içinde yüzmekle eşdeğer ama dedik ya rutine bağlamışız bi' kere, klasik edebiyata yatkınız. Asarız keseriz, amansızız nitekim. Doğal olarak büyük düşünüp, küçük başarısızlıklarda bile kelle alan, günü yaşayan, andan zevk alan, yarını yarın düşünecek mantalitede hoş bir anarşik yapıya sahip milletiz. Bize sürpriz yok. Her zaman süperiz, yine yeneriz!

Euro 2008 öncesini hatırlıyorum şimdi, eleme gruplarında epey bir gidip gidip gelmişti milli takım, şimdiki İspanya gibi 4 maçta 12'yi kapmıştı da sonrasında liderliği kaptırıp ikinci kademeden gidebilmişti Avrupa'ya. Viyana kapılarında yaşananlar da apayrı bir roman konusu tabi, hala birisinin yazamaması sahada yazılanların seviyesine ulaşılamadığı içindir. Hangi edebi esere o kadar fazla duyguyu peşpeşe koyarsan koy sırıtır, realiteler dünyasına dokunmak gerekir, o dönemde sahada yaşananları da hiç kimse bilmeyen birisine kolay kolay "gerçek buydu abi" basitliğinde anlatamaz. Neyse dağılmayalım efendim. Mevcut durumun rutininden/klişesinden bahsediyorduk, devam edelim. Sıralayalım rutinleşen ve hayatımızı da rutinleştiren konuları;

Kadro Seçimi:
Bir Fatih Terim klasiğidir sürpriz yapmak. Her zaman her yerde sürprizi vardır. Çok fazla çılgınlık barındırır, anormal seviyelerde insanların adrenalinleriyle oynar Fatih Hoca. İspanya maçları için oluşturduğu kadroda da yer verdi bu sürprizlere, aldıklarıyla ve almadıklarıyla. Hoca'nın bir de "Lig TV" referanslı takıma dahil ettiği oyuncular vardır her dönem. Kadro seçiminden önceki haftalarda büyük takımlara karşı iyi performans gösteren oyuncular milli takımın genel geçer oyuncuları olarak kadroya alınırlar. 15 civarı kemik oyuncu, 5-6 kadar müzmin sakat ve 2-3 tane de genel geçer adamdan oluşuyor diyebiliriz kabaca, milli kadro için. Ben şu satırlarda kadro için gruplama yapmayacağım, canı isteyen incelesin tüm kadro seçimlerini ve kadrodaki oyuncuların oyuna katkılarını. Mehmet Polat, Çağlar, Selçuk, Toraman, Volkan, Uğur vs. var bu arkadaşlar.

Savaş hazırlıkları:
Milli takım oyuncusu savaşır. Milli takım savaşmak için vardır, damarlarda hala Orta Asya kanı var nitekim, her milli maç öncesinde de bu kan daha seri pompalanmaya başlıyor. Yine aynı şeyleri yaşıyoruz. Kimsenin kötü oynamaya hakkı yok, kazanmaktan başka çare yok, saha içinde yapamadığını saha dışında yapsan da olur, prestij değil galibiyet arıyoruz, her ne surette olursa olsun. Amansız oluyoruz, aman vermiyoruz. Mesaj alındı değil mi amansız arkadaşlar?

Sponsorlar:
Dilerseniz bu sponsor hikayeyi baştan alalım temel öğelerini kullanarak. Firma önce yatırım kararı alır futbola, sponsor olunacak mecralara bakılır, kulüp sponsorluğu tehlikelidir, (Nitekim, Carling devlet eliyle Celtic ve Rangers'a zorla sponsor yapılmış, ülkenin bir anlamda bölünmesi engellenmiştir) milli takımda karar kılınır, temizdir çünkü, tepki alınmaz kimseden. Görüşmeler, anlaşmalar derken iş sonuca bağlanır. Bir milli arada PR katkısını maksimize etmek için "oyuncu ve teknik heyet"in tamamının katıldığı basın toplantısı düzenlenir, şov yapılır, asılır, kesilir ve sponsorluk duyrulur. Üzerine de milli duygulara hitap edecek bir reklam filmi patlatılır, işlem tamamdır. E tabi maça da ciddi sayıda misafir götürülür canım, post-match coverage'ı da önemli nitekim, onca parayı boşuna vermedik!

Bu maça uyarlayalım şimdi hikayeyi; önce Nike, sonra da Turkcell sözleşme uzattılar TFF ile, sonra ikisi de yeni reklam filmlerini sürdüler, Nike'ın kampanyası özgünlüğü yakaladı da Turkcell sert duyguya dokunma işinin bittiğini göremeyerek kendini tekrar etti aynı çizgilerle. TTNet yeni kampanyasını çıktı, çoklarına göre markaya hiç bir katkısı olmayan bu reklam bence markanın eğlenceli karizmasına büyük katkı yaptı. Bir önceki kampanyada futbolcuların anne ve babaları oğullarını överlerken, bu kez gidilmek istenen yerdeki mahalle maçı çocukları, gıyablarında futbolculara övgülerini gönderiyorlar. Semih esprisi ikinci kez yinelense de hala komik! Coca Cola da keza eski duygusuz reklamını bir iki tur döndürdü algı yönlendirmesinden yararlanmak için. Ülker, Efes Pilsen ve bankalar bu kez boş geçtiler seriyi ama olsun, büyük şova hazırlanıyorlar demek ki yaza. Mercedes 2-3 bin kişilik diye tahmin ettiğim small database'ini kullanarak, bir iki web atraksiyonu ile durumu kotarmaya çalıştı. Velhasıl sponsorlar, futbolun olmazsa olmazları şovlarını yaptılar ellerinden geldiğince, yapmaya da devam edecekler. Sağolsunlar.

Canlı Yayın:
"Evet sevgili seyirciler, şimdi Madrid sokaklarındayız, yarım yamalak İspanyolcamızla ve tüm şark kurnazlığımızla sokakların nabzını tutuyoruz" İşte size bambaşka bir klişe daha, öpünüz ve başınıza koyunuz. Bir kameraman ve bir muhabir çok önceden gider maç yapılacak ülkeye, sokaklarda insanlara maçı sorar, oyuncuları sorar, hocayı sorar, tahminleri alır, güzel kızları çeker vs vs vs. Maç günü de stadın önünden canlı yayın yapılır; "Şu arkamda görmüş olduğunuz xxx stadında az sonra Türk Futbol Tarihi'nin en önemli maçlarından biri oynanacak, yanımızda xxx gazetesinden sayın xxx var" Evet, gerçekten de önemli bir karşılaşma, umarım kontrollü başlar, iyidevam eder, bloklar arası bağlantıyı koparmadan avantajlı bir skorla evimize döneriz. Amin!

Maç sonu demeçleri ve 70 milyon geyiği:
İşte bir başka eğlenceli klişe. Maçı kazanan taraf Türkler ise 70 milyonun duaları ve onların desteklerine layık olmak onları sevindirmek ön plandadır. Maçın mağlubu ise bu Türk evlatları bu kez 70 milyondan özür dileme, telafi safhası ve mümkünse biraz da "tüm dünya Türklere karşı" edebiyatı yapılıp konu kapanır. Tribünlerdeki oyuncu simsarlarına değinmiyorum, o soruyu maçtan sonra xxx kanalının muhabiri gençlerden birine sorar, o da tek düşüncem ay-yıldızlı forma der, geçer günler, hayat geçer!

Maç anı:
Son klişe olarak şu 90 dakikalık süreçten de bahsedeyim mümkünse, şu değerini günden güne kaybeden 90 dakikalık gerçek oyun kısmı. Maç başlar, parası olan ama futbolu olmayan bir kanal verir maçı, İngiliz değiliz arkadaşlar, lütfen, BBC'den, Sky'dan yayın bekleme gafletini göstermiyoruz değil mi? TRT de bıraktı işin ucunu daha ne olsun. Maçta çok yoğun bir biz-onlar edebiyatı vardır, Türk olmayan herkes kötüdür, kötü niyetlidir, psikopata bağlamak işten değildir amiyane tabirle, vurulur, kırılır, parçalanır. Hakem de Avrupalıdır genelde, o da kötüdür. Spiker daha orta sahadayken atağa çıkarır Türkiye'yi, rakibin golü gelir, sonrasında şanssız bir atak girişimi olduğunu duyarız. Neyse, bu uzun bir konu fazla girmeyelim, hatta hiç girmeyelim kanım kaynıyor yavaştan!

Velhasıl-ı kelam, aynı rakiple iki resmi maç yapacağımız bu milli aranın mutlu ve huzurlu geçmesi dileğiyle, futbol kazansın!

Cuma, Mart 20

CL'de çeyrek kuraları

Kuralar birazdan çekiliyor, takımlar altta, İngiliz sayısı azalsın, İspanyol alsın yürüsün, Katalan ya da, hayat bayram olsun. İyi top oynayan kupayı alsın ama ManU iyi oynamasın! Fazla da bir şey istemiyorum işte, bu kadar.


Added: Kuralar çekilirken konuşması kolaydı tabi de kuradan sonra konuşmaya pek fırsatım olmadı. Liverpool-Barça finali hayal oldu mesela, 2 İngilizin yarı finali de garanti neredeyse, aslında 3 garanti derim de Villareal veya Porto'dan bari birisi sürpriz yapsın diye avunuyorum.

Son olarak ManU bu sene de kupayı alırsan, curlinge transfer ederim kendimi, haberin olsun.

Pazartesi, Mart 16

Kocaeli – Liverpool hattındaki futbolun sağlık üzerine etkileri

Adı “Süper” ligimizde bir hafta daha sona erdi, Trabzonspor – Galatasaray mücadelesiyle ile birlikte haftanın 2. aşamasını tamamladık. Malum artık ligimizin her haftası 3 aşamalı bir yapıda izleniyor. İlk aşama Çarşamba gibi başlıyor, maçın öncesindeki gerginlikler, kadrolar-kadro dışılar, oyuncu seçimleri, yönetici demeçleri ve saire… İkinci aşama -gittikçe değerini daha da kaybeden- oyunun oynandığı kısım oluyor. Genele yayarsak Cuma akşamı saat 8’de başlayıp Pazar akşamı saat 9’da biten kısım ve sonrasında en heyecanlı yeri! “Final cut“ aşaması. 3 gün 3 gece sürecek tartışma, harala gürele, kavga, dövüş, tenkit seansı.

Araya Avrupa maçı falan girince kopar gibi oluyoruz bu rutinden ama çok değil tabi, “hafiften.” Kolay iş değil sonuçta standartlara kafa tutmak. Bu ezberlerimize işlenmiş kalıp-rutin hayata trip atmayı göze alıyorum bazen. Geçtiğimiz hafta içi mesela, ManU-Inter ve L’pool-Real maçlarında yaptım bunu, yapmaz olaydım…

Ferguson’ın efsanevi ManU’sunu bir kenara bırakıyorum, kenara bırakmasam ne söyleyebileceğim sanki ya. Neyse Liverpool’dan gireyim konuya ben. Rafa Benitez’in bir kez daha gönüllere taht kurduğu karşılaşmadan bahsediyorum. La Liga’da Barça’ya yaklaşma cüretini gösteren El Galacticos’a cevap, direnişin bir başka takımından geldi 4 golle. Açılışı da Agüero-Forlan ikilisinin kaç hafta sonu yapamadıkları bir şekilde onların selefi asi İspanyol Torres yaptı ya daha ne diyeyim. Real kalesinde “Saint” Iker olmasaydı neler olurdu sorusunun cevabını sanırım en iyi Anfield’dan 8’le çıkan Hakan Arıkan verecektir. Maçta bu satırlara sığmayacak çok fazla güzellik vardı ya, benim aklımda kalan en temel nokta kameranın sahanın üçte birini kapsayan kadrajının dışına atılan topların kırmızılı oyuncuların tam ayağına isabet etmesiydi. Bu nasıl bir tekniktir, bu nasıl bir taktiktir, burası hangi gezegendir biri bana anlatsın Allah aşkına. Neresinden tutmaya çalışsam başka bir hikayenin içinde buldum kendimi velhasıl, başım dönüyor…

Bu maçın öncesine döneyim şimdi müsaadenizle. Pazar akşamı, Fenerbahçe ile Kayseri oynuyor. Kendimi de bu maça hazırlamışım, Anadolu’da bir isyanın şahlanışını simgeleyen Kadir Has Stadyumu’nda ilk maç oynanacak. Kayserispor; Trabzon’un zamanında aşındırdığı, Sivas’ın 2 yıldır kovaladığı zirveye ulaşabilmek için gerekli adımlardan birisini daha attığını cümle aleme duyuracak. Dile kolay, Gençlik Spor’un en yenisi çeyrek asrı devirecek stadyumlarına nazire yaparcasına UEFA standartlarında bir yapı yükseliyor Kayseri’den, daha ötesi mi var?

Daha ötesi varmış, evet. Kadir Has Stadı keşke açılmasaymış dedim şahsen o gün. Keşke ulaşılamaz bir mit olarak dursaymış, her dönem inşaat fotoğraflarına bakıp bakıp “bak 2 santim daha ilerlemişler” diyerek kendimizi avutsaymışız…

Zemin, seyirci, rant kaygısı güden ekabir, saha içindeki 23 kişi. Her birinde ayrı bir dert vardı yahu o gün. Hadi Fenerbahçe taraftarını ve saha içindeki Fenerbahçeli oyuncuları bir nebze anlarım, onlar deplasmana geldiler ve bu eski takımın yeni stadına da bir ayrıcalık tanımadan olaya külliyen -tukaka- deplasman muamelesi yapacaklar. Peki ya ev sahipleri ne yapıyorlar? Tribünde sesleri çıkmıyor, saha içinde “bitse de gitsek” oyununda bir grup futbolcu var. Kulübedekilerin de son 20 dakikada havlu atmaları da ayrı bir ironi. E sonra? Sonrası Sait Faik’in kavun acısı gibi bir şey işte. Çok acı…

Tamam, Şampiyonlar Ligi mükemmel bir arena, iyi güzel hoş da böyle yavan maçlardan sonra oynanmasa maçlar olmaz mı, UEFA’ya bu sitemi duyurmak lazım bir şekilde. Hadi oldu bir hata Kayseri maçından sonra oturduk Liverpool’u izledik, Manchester’ı izledik, e peki sonrasında Kocaelispor karşısına çıkacak Fenerbahçe’yi stadyumlarda kovalamak da neyin nesi? Bari buna bir şey yapsanız, insanları azıcık avutsanız olmaz m?

Olmuyor velhasıl, olduramıyorlar. Böyle olunca da baş döndürücü bir hızla globalleşme evrimini sürdüren dünya, futboluyla artık bana zarar veriyor. Gerrard’dan sonra Mehmet Güven’i, Kuyt’tan sonra Kazım’ı, Rooney’den sonra Guiza’yı izlemek benim mantığıma ters düşüyor...

Evet buraya kadar epeyce ütopyaya daldık kabul ama kısmen de olsa o ütopyayı yaşatan bir FA var Ada’da, bizim imdadımıza yetişen. Liverpool’u Manchester’ın karşısına çıkarıveriyor işte. Hafta içi sergilenen güzelliklerin hafta sonu da yaşanabileceğini görmek iyi geliyor bünyeye, seviniyorum. Bir hafta daha kazanıyorum sonuçta delirmeden. “Önündeki maçlara” bakmayan insanları görüyorum… Yaşıyorum işte…

Cumartesi, Mart 7

Madrid-Barcelona-Madrid

İçinde Barcelona geçen üç kelimeli başlıklar görmek istiyorum sağda solda. Hani "Vicky Cristina Barcelona"ya dem vursun falan diye ama göremiyorum bir türlü, görmeyi beklemenin hata olduğunu da farkediyorum ya neyse, geçiyorum efendim. Atletico, Barça'yı epik bir maçın ardından devirdi geçen haftasonu, şu ana kadar ezeli rakibi Real'e çelme takmak yerine sıklıkla Katalanları zor duruma düşüren başkentin ikinci çocuklarının ellerinde şimdi bir fırsat daha var, bu akşam Santiago Bernabéu'dalar.

Juande Ramos'un gelecek sezonu için de çok önemli bir dönemeç niteliğinde bu maç, her ne kadar yüzüp kuyruğuna getirsen de, önemli bir yerde yeniden farkın açılması moralleri çok pis bozar. Bu durumu Galatasaray'ın Kocaeli maçında kazandığı penaltı atışı gibi düşünmek mümkün, Baros kaçırdı ve gedik büyüdü, atsaydı farklı olurdu.

Atletico en son 1999'da kazanmış Bernabéu'da. 3-1 biten mücadelede Hasselbaink(2) ve Solari'nin golleriyle gülmüşler. Real'in golü de Morientes'ten gelmiş.

**Bugünkü maça Guti'nin ilk 11 çıkması ve sonuca etki edecek isim olması bekleniyor, Guti Hazretleri'nin ya da, okunuşa göre..

Cuma, Mart 6

Everybody Hates Ashley Cole

Baştan aşağı enteresanlıklarla dolu bir olayın kahramanı oldu Ashley Cole. Anti-kahraman da demek mümkün pekala. Önce kulübü Chelsea ile bir yardım gecesine katıldı, gecede alkolü fazla kaçırdı, çıkışta polislerle dalaştı ve bir polise küfretmek neticesinde içeri alındı. Yardım gecesi başlamadan önce TV sunucusu Fiona Phillips ile görüldü, bu esnada eşi -şarkıcı- Cheryl Cole de yine bir yardım organizasyonu doğrultusunda Kilimanjaro Dağları'na tırmanmakla meşgul.


Hayatında çok fazla antipati toplayan hareketi barındırıyor bu adam. Arsenal'den ayrılışı, Chelsea'ye dahil olması, Wenger'le yaşadıkları, gecelere fazla çıkması, eşi vs. vs. Ha bir de karıştığı tecavüz vakaları var, es geçmemek lazım onu da.

*Olayın gereksiz ayrıntısı olarak (!) Cole 80 poundluk ceza karşılığı sabaha karşı serbest bırakıldı.

Robijasi




9 Eylül'de Ulusal Takım'ın Bosna-Hersek'le maçı var.Bosna takımı son zamanlarda belirgin çıkış içinde.Aldıkları flash sonuçlar var.Yakın gelecekte yükselen değer olabilirler.Ne var ki Bosna eleme maçlarını daha önce Saraybosna şehrinde oynarken artık başka bir şehirde Zenica(zenitsa diye okunur)da oynayacak.Zenica büyük bir şehir olmamakla birlikte kesinlikle bir futbol şehri.Bu durumun lokomotifi ise NK Celik takımı.Türkçe'deki "çelik" manasında.Yani Türk gibi de kuvvetliler.Futbol şehri dediğimiz Zenica aynı zamanda Bosna holigan kültürünün de bayraktarı.Robijasi grubu Celik takımının savaşçıları.Klasik "curva" kültüründen besleniyorlar.Bosna'da mikro-milliyetçilik tavan yapmış durumda.Sarajevolular "taşra"dan gelenlere gıcık.Taşra ise birbirine.Konuyu ilginç yapan örnek ise gayet extrem.Zenica' da Makedonya'ya karşı oynanan maçta Robijasi üyeleri diğer Bosnalılara "3 parmak" gösterip Bosna'ya küfür ederler."3 parmak" Arkan'ın askerlerinin yani çetniklerin simgesi.Türkiye'de böyle işler çok kanlı biter.Aman evlerden ırak.Bosna'da Türkiye'nin yeri ayrıdır.500 yıllık Türk hakimiyetiyle Müslüman olan Slavlardır pratikte Boşnaklar.Gelenek-görenek,yeme-içme çok yakın.Ancak Zenicalı Robijaci grubu kendi ulusal takımının maçında böyle davrandıysa Türkiye maçında neler olur bilemem.

Perşembe, Mart 5

Bu sefer kim dövecek?

İspanya Kupası'nda finalin adı Barcelona-Bilbao olarak kondu. 25 yıl önce yine finaldeydi 2 takım. Bilbao saha içindeki mücadeleyi 1-0 kazanarak kupayı kaldırmış ancak maçtan sonra yapılan kavgayı kazanan taraf Barcelonalı Maradona olmuştu. Ya da bizi öyle inandırdılar, bilemiyoum. İsteyenler için 10 dakikalık arşiv kaydı burada. Maradona'nın yapamadığını bu kez Messi yapsın diye bekleyeceğiz, saha içinde tabi.

Final mücadelesi 13 Mayıs'ta Mestalla, Valencia'da. 1 ay öncesine kadar Barcelona'nın ligde prestij maçlarının ertesine gelecekti bu maç, şimdi daha bir eğlenceli olacak.

Başarı nasıl gelir?

Carling Kupası Finali'nin penaltı atışları sırasından iki kare var aşağıda, önce Spurs'lülerin umarsız tavırlarını göreceğiz, haliyle kupa bir alt karedeki coşkulu adamlara gidecek. Biraz ruh olsa fena mı olurdu hani? Eller bağlanmış, aman bitse de gitsek numaraları!


Mother Russia


Lena,Irina,Sveta,Marina,Natasha,Anya,Olya,Tania,Inna,Olesia,Raya,Yula,Oksana,Rita,Masha,Lyuda....Zenit Sank-Peterburg klubü sizlere kombine satmama kararı aldı.Buyrun gelin bu tribünlerin sizlere ihtiyacı var...

Çarşamba, Mart 4

Sivas'ın yolları vs. İstanbul'un yol sorunları

Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu günü başlıktaki türküyle noktaladı bu akşam. Yazı da sondan başlamış oldu böylelikle ama olsun, başlığın çekiciliğine içerik kurban eden bir sürü gazeteci var.
**
Fenerbahçe, Sivasspor'u yine gollü geçen bir karşılaşmanın ardından 3-1 mağlup etmeyi başardı. 4 gün önce oynanan maçın aksine ilk yarısı kısır geçen müdacelenin ikinci yarısında 4 gol geldi. Goller Deniz Barış, Edu ve Deivid ile Bilica'dan geldi.
***
Maç aşağı yukarı böyleydi ya, beni maçtan ziyade öncesinde yaşadıklarım etkiledi o yüzden biraz geriye gitmek istiyorum acizane.

Saat 18 civarı çıktığım Yenibosna'dan stada yetişebilmek için 2 saatim var realitede. İstanbul'un son bombası Metrobüs, bana maçın başlamasından evvel Söğütlüçeşme İstasyonu'nun önünde olabilmeyi vaat ediyor ya hani, o saflıkla seçtim bu yolu ben. Seçmez olaydım. -Abartısız- bir kaç bin insanın arasında, E-5'in orasından burasından kaçmaya çalışarak Mecidiyeköy'den Beşiktaş'a beni götürecek bir taksi arayışı içerisine girdim ki, akıllara zarar.

Neyse biraz geç de olsa stadyuma vardık ve izlemeye koyuldum Sivas'ı. Sivas'ı diyorum, çünkü 4 gün öncesinin özür dileyen erdemli hocası Bülent Uygun bu kez dersini çalışmış olmalıydı. Beklentim boşa çıktı, sönük adamların çokluğun rağmen Fenerbahçe, Kadıköy baskısıyla sahada Sivas'ı kaybetti. Mehmet Yıldız-Lugano, Abdurrahman-Carlos ve Gökhan Gönül-Faruk eşleşmeleri beni en çok heyecanlandıran eşleşmelerdi ki, Fenerbahçe'nin maç boyunca bu ikililerden Carlos'lu olanını kaybetmesi apayrı bir ironiydi.

Fenerbahçe takımı bireysellikle kollektivite arasında gidip gelen bir kulvarda seyrediyor bu sezon, bu akşam da pek farklı bir şey yoktu. Aragones bir şeyleri standarda bağlayabilmiş demek ki. Kanat akınlarında Uğur Boral ve Deivid'in Carlos'la Gökhan'dan daha pasif kalmaları ve rakibe sürpriz göstermeleri mevcut sistemin en göze çarpan artısı. Ancak Deivid'in son haftalardaki formsuzluğu ve Uğur'un standartların her zaman çok ötesinde oynama merakı yüzünden takımın tamamını etkileyecek bir performans çıkmıyor bu iki kanattan. Defans bloğunda ise Lugano'nun istikrarına ayak uyduran oyuncu her zaman kazanıyor. Defansla ofansın en önemli bağlantı noktası Emre'ye nazar boncuklu bir parantez açmak lazım burada, Fenerbahçe'in deplasmanda kazandığı Denizlispor maçında attığı golle eski günlerini hatırlatan Emre, o günden sonra oynanan 12 maçın tamamında forma giyme başarısını gösterdi ki bu maçların hemen hiç birinde vasatın altında kalmadı.
***
Fenerbahçe'nin ileri ucunda gol arayan Semih-Alex ikilisine de değinmek gerekirse, spektaküler hareketlerle rakip savunmanın kafasını karıştırdılar ancak sonuca direk etki edemediler. Aragones oyuncu değişikliği tercihlerinde standardı fazla bozmadı, Kanat uç elemanları ile forvet oyuncusundan oluşan 3 kişilik hücum ekibinden yorulan 2'sini değiştirdi. Deivid oyunu tamamlayan oyuncu oldu bu üçlüden ki Aragones'in defans bloğundan Önder'i çıkarıp Edu'yu oyuna alması da ilk 11 oyuncusunun Edu olduğunu belirtmek için veirlen bir mesajdı sadece. Karşılaşmanın ilk golünü atan Deniz'in, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda aldığı sorumlulukların arasından bu güzel golün çıkması da kaderin bir cilvesi olsa gerek. Oyuna sonradan giren Guiza da az zamanda çok fazla enerji tüketebilmek amacıyla bir orada bir buradaydı. Sonuç itibariyle, Aragones'in İspanya'sında etkin bir rol üstlendiği şablonda (oyuna sonradan girip, yorgun defansın arkasına sarkmak) ortalamanın üstünde bir oyun sergiledi.

Sivasspor cephesine de bakacak olursak; Bursa deplasmanları onlar için en önemli dönemeçti aslında. Geçtiğimiz sene bir türlü yenemedikleri "büyükler" fobisini bu sene yenmiş gözükseler de deplasman fobisi ile karşımıza çıktılar bu kez. Nitekim Bursa'da bıraktıkları 2 puan, sonrasında gelecek Fenerbahçe mağlubiyetlerinin de habercisiydi aslında. Bülent Uygun'un takımı, bu zorlu virajı atlatamadı velhasıl, takıma sağlam bir mental takviye olmazsa, son dönemeçten önce veda etmeleri muhtemeldir yine ligin zirvesine. Takımın aşırı yorgun görüntüsü ve buna paralel olarak total futboldan uzaklaşması da bir başka somut veri, ilerleyen haftalarda neler olacak göreceğiz.
***
Velhasıl, "Sivas'ın yollarına" türküsü ile noktalanan bir geceydi, Selda Bağcan seslendirdi, hakaret unsuru barındırmayan hoş bir göndermeydi. Maçtan sonra Metrobüs'ü kullanarak karşıya geçmek isteyen insanlar çarptı yine gözüme, 3-4 saat önce yaşanan rezaleti tekrar yaşatacak bir kalabalık yoktu ancak ısrarla ve inatla rezalet yaşamak isteyen futbolseverler(!) araçları sallamak, camlara vurmak, duraklarda taşkınlıklar yapmak suretiyle insanların unutmak istediklerini tekrar ve tekrar hatırlattılar.
***
Sadece futbolun taraftarı olabilmek dileğiyle...

Salı, Mart 3

Sıra Geldi Mi Acaba?


Galatasaray'ın 91 jenerasyonu fazla ses getirdi son zamanlarda.Türkiye'de ses getiren jenerasyonlara inancım zayıf.Zira o sesler Semih Şentürk,Emre Belözoğlu ve Arda Turan haricinde çok çıkmadı.Yine de Semih Kaya adı çokça duyulan adamlardan.Defans oynaması onu formaya yakın hale getirdi.Zenit belki de Galatasaray'a hayatının iyiliğini yaptı.7 milyon euro+Semih Kaya'nın ilk 11'de oynama ihtimali.Geçen sezon başında Kalli formayı verecek gibi oldu ama Semih ağır bir sakatlık geçirdi.Bülent "the brave heart" kendisi gibi altyapıdan yetişen bir defans oyuncusuna şans verebilir.İzleyip görelim.Fernando Meira ise kısa Galatasaray macerasında iz bırakamadı yaptığı bireysel hatalar ise cabasıydı.Kariyeri önemli bir oyuncu tıpkı vatandaşı Abel Chavier gibi sessizce ayrılıyor Florya'dan.
Böyle söyledik ama anlaşılan Galatasaray yönetimi Meira'yı Ziniith'e satmaktan vazgeçmiş.İyi mi kötü mü oldu göreceğiz.

Pazartesi, Mart 2

Selim Özer


Nam-ı diğer Bursasporlu (Paşa) Selim.Bursaspor'un efsanevi intertoto kadrosundaki vazgeçilmez defans oyuncusu.Ligimizde böyle renkli adamlar beni çok keyiflendirir.Zaten "sıkıcı" ve tekdüze olan lige renk getirir bu adamlar.Tesadüf bu ya,halısahada 3-4 kez aynı sahayı paylaştık.Daha önce hiç haberdar değildim bir anda sahada ısınırken karşılaştım.Çok şaşırdım çok da sevindim bir yandan.Maç önü/çıkışı derken küçük bir samimiyet kurduk.Anlatmayı seviyor,keza ben dinlemeye doyamıyorum.Bunlar off the record türlü sohbetler tabii ama birşey söler Selim ve ben ters köşe olurum.

Soru:Selim abi Elvir Baliç nasıl bir insandır?

Paşa:Baliç iyi futbolcuydu ama kaypak adamdır.Geldiğinde Ercüment'in kramponlarını taşırdı.Sonradan kimseleri tanımadı.

Eksik Borç


Hukuk terimidir bu.Basitçe borç vardır ancak alacaklı borcunu dava ya da icra yoluyla tahsil edemez.Bahis borcu buna girer.İspanya'da dünkü muhteşem Atletico-Barça maçından sonra puan farkı 4'e indi.Bundan haftalar önce fark 10 puanken bir bahis şirketi Barça şampiyon oldu artık dedi ve bahisçilere ödeme yapmaya başladı.Şimdi Barça sadece şampi...Bu tabi işin ironisi ancak ilgili şirketin muhasebe servisinin vay haline.Real bu formuyla zorlar,Barça kolay pes etmez.İspanya Ligi tekrar kıvama gelmiştir.Hayırlı olsun

Pazar, Mart 1

SPORTİF İLETİŞİM


Konunun en bire bir,en canlı örneği oldu bu galiba.Okul sıralarından blog sayfalarına.
Le saux müthiş bir incelik yaptı aldı beni buraya monte etti.Bundan sonra sıkça birlikte olacağız.
Okulun da futbolun da nabzını buradan sıkça tutacağız galiba.Tanışma hadisemiz bundan ibarettir.
Çok yakında buluşuyoruz o zaman....