Cuma, Şubat 29

En çok kazanan futbolcular

Futebol Finance'ın "Dünyanın en çok kazanan futbolcuları" bülteni yayınlanmış. Listenin başında her alanda önde olmayı kendisine vazife edinmiş Kaka var. İlk 10'da 4 Chelseali oyuncu var ve bunların 2 tanesi Abramovic'ten önce de bu takımdaydı. Listede sürpriz birisi yok hali hazırda. Eskiden Recoba gibileri bu listelere dahil olur ve hayret ünlemleri yükselirdi. Oyuncuların sadece kulüpten aldıkları paralar hesaplanmış. Vergi üçkağıdı için bir düzenleme oluyor mu oralarda da bilemem.
1. Ricardo Kaka (Milan) 9.000.000 €
2. Ronaldinho Gaucho (Barça) 8.520.000 €
3. Frank Lampard (Chelsea) 8.160.000 €
4. John Terry (Chelsea) 8.160.000 €
5. Fernando Torres (Liverpool) 7.920.000 €
6. Andrei Shevchenko (Chelsea) 7.800.000 €
7. Michael Ballack (Chelsea) 7.800.000 €
8. Cristiano Ronaldo (Manchester U.) 7.680.000 €
9. Thierry Henry (Barça) 7.680.000 €
10. Steven Gerrad (Liverpool) 7.680.000 €

Çarşamba, Şubat 27

Juego Bonito - 12

La Liga, Barcelona: 5-1 :Levante, 24.02.2007, Nou Camp ***
El Mundo muhabirinin makinası ve Eto'o'nun objektifinden gol sevinci.

Pazartesi, Şubat 25

FortisTK'nın sanal hikayesi

Fortis, Dışbank'ı satın alarak bizim piyasaya girdiğinde yakın zamanda Vodafone için söylenen sözlerin benzeri söylenmiş, futbola yapacağı yatırımlardan bahsedilmişti. Pek bir numarasını görmedik Türkiye Kupası sponsorluğunun dışında. Ondan da zevk alan bir türk tanımadım henüz.
Birkaç yıldır Fortis ekibi sanal oyunlarla bu turnuvayı desteklemeye çalışıyorlar. fortistk.com adlı web sitesinden uğraşıyor arkadaşlar. Lakin sorun şu ki; yeni bir şey koymaktan muzdaripler. Son yıllarda iyice suyu çıkmış "tribünde yer almaca" konseptini alıp önümüze sürüvermişler yine bu sezon. Esinlenmenin ötesinde duplikasyon durumu söz konusu.Yazının başında bahsi geçen Vodafone'un CL maçlarında ortaya çıkan enternasyonel futbol maskotunun elebaşısı olduğu bir stadyumları da var hali hazırda. Bu da markaların bir başka benzerliği herhalde.
Genelden bakalım; fikir güzel, ilk uygulayanı tebrik etmek lazım (sanırım thelargestonlinestadium.com) ikinci sıradaki de biraz geliştirip uyguladıysa o da fena değil ama 3. ve 4. sıradakilerin artık sistemi geliştirmeye ve özgünleştirmeye yetecek alanları kalmıyor malesef. (Vodafone tam olarak kaçıncı sırada bilemiyorum ama ilkinden 2-3 yıl sonra ortaya çıktığına göre pek de iç açıcı değil) Hal böyle olunca da mevcut fikirlerin üzerine yatmış işler çıkıyor ortaya. Magiclick, advergaming denince akla gelen ilk firmalardan, bu işten sonra isimleri daha bir yer eder hafızalarda kalır sanırsam.

Cuma, Şubat 22

Milli sponsor Garanti

Ülker'in sponsorluğunun ardından bir finans kuruluşunun da milli takıma sponsor olacağı dedikoduları hakimdi ve en kuvvetli aday da Akbank'tı. Ulusoy gidince bir şeyler değişmiş olacak ki Garanti Bankası yönüne döndü ibre. Garanti Bankası ile milli takım arasından prensip anlaşmasına varılmış efendim. Yani iş imzaya kalmış.Euro 2008 öncesi markaların iştahı yine de kabarıyor. Garanti Bankası da sistematik sportif desteğini devam ettiriyor. 12 Dev Adam hafiften yamuk yapınca önce bir NBA çıkarması yaptılar ardından da futbola yöneldiler doğal olarak. NBA olayının detaylarını da bir sonraki postlarda detaylandırmak mümkün olacak.

Pazartesi, Şubat 18

Barnsley Mania

SkySport yorumcularından BarnsleyMania diye adlandırılan anti-Liverpool yaklaşımı.Bizim bir kanalda bu tarz bir muhabbet seviye düşüklüğü olarak nitelendirilir ki hiç de tasvip etmeryeceğimiz bir duruma tekabül etmektedir.

Winners&Losers, 18.Feb (Weekly)

Winners;
Mateja Kezman; Geri döndü. Semih'in yokluğunda kendine geldi, Alex'ten de icazet alınca gerisi çorap söküğü.
Manchester United; Arsenal karşısında tarihi farka gidebileceklerdi 4-0'la yetindiler. Fletcher'dan 2 gol gelmesi büyük resmi gösteriyor zaten.Inter; Livorno galibiyetini aldıkları hafta Roma'nın Juve'ye boyun eğmesiyle yukarıda rahatladılar.
Luca Toni; Hannover maçında 3 golle galibiyeti getirdi, toplam gol sayısını 13'e çıkardı ve Euro 2008 için iyiden iyiye korku salmaya başladı.
TFF; Haluk Ulusoy'dan kurtulma operasyonu başarıya ulaştı. Gelen gideni aratacak mı göreceğiz.
Barnsley; Liverpool'u dağıtıp geldiler. Fazla uzatmadılar.
Real Betis; 7-0'ın sarhoşluğu içindeki Madrid ekibini 2-1'le geçip, zirveye bir nebze de olsa hareket getirdiler.
Losers;
Rafa Benitez; Pendik faciasını yaşattı Anfield'a. Fazla söze ne hacet.
Ronaldo; Yolun sonuna geldiğini söyledi "uzmanlar". Yazık oldu.
Rüştü Reçber; Çarşı'yı da karşısına aldı sonunda, De Nigris'den yediği 2 hatalı gol kariyerini yeniden gözden geçirmesine neden olacak kadar acıydı.Nani; Üst düzey bir maç çıkarmasına rağmen aşırı küstah davranışlarıyla antipati topladı. Gallas'tan yediği tekme onu biraz kendine getirmiş olabilir belki, zamanla göreceğiz.

Lampard #100

Sonunda Frank Lampard Chelsea forması ile 100. golünü attı. FA Cup dahilinde oynanan Huddersfield maçında bu onura erişen Lampard formasının altına giydiği tişörtü ile yaptığı şovda duygularını da klasik bir tarzda dışarıya vurdu.99. golünü Aralık ayında attığını düşünürsek bu tişörtü kaç maçtır içinde taşıyordu bilinmez, kısmet şubatın ortasınaymış.

Cuma, Şubat 15

Beijing 2008'in "Impossible is Nothing" ayağı

Adidas'ın 2008 Olimpiyatları yolunda evsahibi Çin için yaptığı tanıtım çalışmaları 2007'nin sonlarında başlamış ve ilk gelen örneklerde Turkcell'in Yaşar&D'arbanville destekli reklamından izler çokça konuşulmuştu ilgili çevrelerde.İki reklam arasında kalite farkı varsa da mesaj alttan alta aynı noktaya vurgu yapıyor. Kampanyanın ikinci ayağı TV'lerde dönüyor şu aralar. Yine benzerlik dedikoduları var ama kalite farkı inkar edilemez. Leo Burnett İstanbul vs TBWA Shangai; The winner is Shangai. Filmde ciddi bir sinemasal bütünlük göze çarpıyor, uzakdoğunun anime kültürüne de hafiften dokundurup geçmişler, güzel efektlerle de zenginlik katmışlar. Charlton'lı Zheng Zhi'nin dileklerine ortak olmak düşer bize de.
*Impossible is nothing temalı Adidas reklamlarında göze çarpan bir doğallık, dış ses ve kara kalem metaları bu çalışmalarda da aynen yer bulmuşlar kendilerine.

Tarihsel gelişim sürecinde Xavier

Webde dolaşırken son model saçlarıyla Mozambik açıklarından Avrupa'ya iltica eden "horror hair" Xavier'i gördüm. Bir kez daha şaşırıp bu posta koyuldum. Evet, saçları hala şaşırtıcı derecede enteresan olabiliyor.
Başlarda herşey oldukça normalmiş, 90'ların başında oynadığı ilk gözağrısı Amadora'dan bir kare. Sağ alttaki genç oyuncunun adı Luis.*********Ve muhteşem final.

Spor medyasında gelecek nesil

Banu K. Yelkovan ve Güntekin Onay çoluk-çocuğa karıştılar yakın zamanda. Her ikisi de spor medyasında farklı yere koyulması gereken ender insanlardan. Banu Hanım'ın bir oğlu oldu, Güntekin Onay'ın da bir kızı.
Banu Hanım futbolun içinden gelmiyormuş, medyada yetişmiş vs. vs. geyiklerini kenara koyarsak, Banu'nun Süpürgesi'nden beri gayet de sistemli bir şekilde hep üstüne bir şeyler koyarak bugünlere getirdi kendini. Yazılarında teknik-taktik yoruma fazla yer vermiyor diyorlar, e zaten tonlarca adam var teknik direktörler için kullanım kılavuzu hazırlayan, bir de kendisi mi el atsın, gerek yok. Güzel yazıyor, lirik yazıyor, en önemlisi gerçek manada yazıyor. Tekrar konuya dönersek; Eskişehirspor-Galatasaray hattında bir çocuk dünyaya geldi, bebeğin tam oarak hangi durağı seçeceğini zaman gösterecek.Güntekin Onay için de olumsuz bir şey söylemek gelmiyor insanın içinden. Babasının oğlu nitekim. Çekirdekten sporcu. Eski Star camiası içinde biraz daha fazla kalsaydı sempatisini ciddi oranda kaybedecekti, neyse ki NTV'ye geçmek gibi harika bir işe imza attı. Serhat Ulueren'den sonra Rıdvan'la muhabbete girişmek bile bu yer değişikliğini anlamlı kılar.
...
Aklıselim iki insanın evlatları da ebeveynleri gibi olsun temennileriyle postu noktalayalım.

Perşembe, Şubat 14

Hat Trick Hero, Ronaldo vs. Man Utd *2

2002-2003 sozunu Şampiyonlar ligi çeyrek finalinde iki ülkenin ekol takımları karşı karşıya geldiler. 8 Nisan'da Madrid'de oynanan ilk maçı 3-1 kazanan Real deplasmana korkusuz gitse de Old Trafford'un neresi olduğunu bilen oyunculardan kuruluydu. Manchester ekibine 2-3 farklı galibiyetler turu getirecekti ve durum kritikti. İlk maçta harikalar yaratan Raul'ü fazlasıyla ciddiye alan ve öve öve bitiremeyen
Ferguson'un atladığı bir şey vardı; Ronaldo.
23 Nisan akşamı Collina'nın ilk düdüğüyle bu büyük maç başladı. Real'in atacağı erken bir gol umutları darmadağın edecek, ManU'nun atacağı ise maça heyecan getirecekti, en azından hesaplar böyleydi.
*Dakikalar 12'yi gösterirken Old Trafford'u sessizliğe gömecek gol geldi Ronaldo'nun ayağından. Real ceza alanında başlayan organize atak Zidane'ın ellerinde yoğruldu ve ileriye doğru koşu yapan Ronaldo'nun önüne bir arapası olarak uzatıldı, sağ çaprazdan Barthez'in kapattığı köşeye giden top ağlarla buluşmuştu.
*Moralleri altüst olması beklenen Manchesterlı oyuncular devrenin sonlarında klasik bir Ruud golüyle eşitliği sağladıklarında soyunma odasında geçecek diyaloglar fazlasıyla önem kazanmış ve ikinci yarı için taktik savaş beklentileri artmıştı.
*Real ikinci yarıya hızlı başladı, topun girmemek için direndiği ve bir o kanattan bir bu kanattan Barthez'i darmadağın ettiği atağın sonunda organizasyonuna şapka çıkarılacak Real takımı Carlos'un pasında yine Ronaldo'yla golü bulmuş ve United'ı bir kez daha dağıtmıştı.
*Bu golden sadece 2 dakika sonra gelişen United atağında Real ceza sahasını karıştıran topun Helguera tarafından enteresan bir topuk hareketiyle Casillas'ın yanından filelere yollanması skoru yeniden eşitlemiş ve umutları yeşertmişti. Ronaldo yine işbaşına geçmeliydi bir nevi.*59. dakika oynanırken sahneye yine Ronaldo çıktı. Sarı Brezilya formasıyla süzülür gibi ceza sahası önlerine doğru getirdiği topu bilek hareketleriyle biraz daha süsleyip sağ ayağıyla Barthez'in uzanamayacağı yerden ağlara gönderirken Fransa 98'in de intikamını alıyordu sanki. Yeşeren umutlar bir kez daha Ronaldo'ya takıldı.
Yüzünde yaramaz çocuğu andıran gülümseme, rahat bir koşu ve yukarı aşağı yalpalayan başparmak. Evet, Ronaldo yine gol atmış.
Maçın 67. dakikasında Real kulübesine ecel terleri döktürecek Ronaldo-Solari değişikliği futbola ihanetti ve adalet buna karşı koymalıydı ve öyle de oldu.
*Son çeyrekte sahneye Beckham çıkmış ve kendine has frikiklerinden birisini filelerle buluşturarak skoru 3-3'e taşımıştı.
*82. dakika oynanırken Real savunması bir büyük hata daha yaparak emektar kaptan Hierro'nun Beckham'ın önüne yuvarladığı topu sadece izlemekle yetindi. Skor 4-3 olmuştu, Ronaldo yoktu ve Real'in yapabileceği tek şey savunmaydı.
Zor da olsa sonraki dakikalarda gol yemedi Real takımı ama tedirginliklerini de feci şekilde hissettirdiler. Maçı 67 dakikalık Ronaldo ile bitirip turu geçtiler.
Futbolseverler için de bir şölen daha son bulmuştu.

RoofBall

EA Sports'un FIFA Street 3'e viral anlam kazandırmak için sürdüğü reklam filmi.
The street is moving mottosuyla Ronaldinho, Crouch ve Gattuso oyunseverleri çağırıyor.
Siteyi ziyaret buradan

Infortunio fenomeno aka Ronaldo

Efsane son noktayı koydu. Buraya kadar. Futbolun yakın tarihine damga vuran dişlek Brezilyalı yeşil sahalardan hazin bir şekilde ayrıldı. Bundan önceki uzun geçen ayrılıkların hep bir dönüşü vardı ancak bu kez ümitler tamamen tükendi. Ronaldo, Livorno maçında son kez dizinin gazabına uğradı. Komünist Livorno'nun, kapitalistlerin altın çocuğu Ronaldo'ya son darbeyi vurması biraz da ironik oldu.
Güney Amerikalı yıldızların kaos ve çalkantı ile dolu hayatları Ronaldo'da da yer buldu kendine. zirve ile sıfır arasında gidip gelen bir asansör misali kah en üstteydi kah en altta.
France 98'in finaline kadar her şey güzeldi, pembeydi. Ne olduysa ondan sonra oldu. Hayal kırıklığı yaratan final performansının ardından ortaya atılan spekülasyonlar bir daha son bulmamacasına başlamıştı artık. 1999-2000 sezonunun başlarında Lecce karşısında kendisini 4 ay sahalardan uzaklaştıracak bir sakatlık geçirdi. Aynı sezonunun nisanında iyileşmiş ve eski gücüne kavuştuğuna inanıp Lazio karşısında, Coppa Italia finalinde sahaya çıktı. 7 dakikalık heyecanın ardından ceza sahası ön çizgisine yakın yerde Ronaldo'yu zaptetmeye çalışan Couto'nun ellerini havaya kaldırıp anlatmaya çalıştığı şey oldukça büyüktü, Ronaldo 20 aylık bir rehabilitasyon sonucu toparlayabileceği bir sakatlığın ortasında kalıverdi.
Efsanelerin dönüşü muhteşem olur, Ronaldo'da da aynen öyle oldu. 2002 Dünya Kupası ile dönüşünü taçlandıran Ronaldo, attığı 8 golle ülkesine kupayı da kazandırıyordu. Eski formuna kavuşmuş ve yeni bir heyecana yelken açıp El-Galacticos'a dahil olmuştu. İşler orada da yolunda gitti aslında 2005-2006'nın sonuna kadar. Devre arasında gerilla tarzı bir hareketle AC Milan'a uçtu Ronaldo. 2007-2008 sezonunun ilk yarısında ortalarda gözükmedi yine. Devre arasında gitti ,geldi, kaldı, bıraktı derken Milanello'da kaldı ve ikinci yarıya harika başladı. Ve Şubat'ın 13'ündeki Livorno maçını gösterdiğinde fikstür, Ronaldo için de futbolun efendileri rüyanın sona erdiğini gösteriyordu.
Belki döner, oynar, sever, sevindirir ama uyandıktan sonra rüyanın devam etmesi için yeniden uyumak gibi bir tat bırakır. Dileğimiz bu olsun, Berlusconi gibi; "Può tornare"

Bir hakaret olarak "Pembe kazaklı"

Hıncal Uluç;
'Atıyor mu' diyorsunuz!..
11 milyona şu anda dünya piyasasında kimler alınır biliyor musunuz? 'Yıldırım Demirören, Mehmet Topuz için 11 milyon euro teklif etti' demek, 'Yıldırım Demirören futboldan anlamıyor' demektir. Ya da Mehmet Topuz'a demiştir ki 'Ben Beşiktaş'tan 11 milyon euro alacağım. Kırışalım bunu. Yarısı senin yarısı benim.' Olacak şey değil. "Ya dayak yemedin, ya saymayı bilmiyorsun' diye bir laf var, Türkiye'de...
Peki teklif doğruysa Kayseri'nin böyle bir serveti elinin tersi ile itmesi normal mi?
Vermez olur mu! Benim böyle şeylere karnım tok.
Demirören ve Kayseri Başkanı Recep Mamur, canlı yayında açıkladılar. Söyleyebilirler. 11 milyon euro'yu koyacak ve Kayserispor'un başkanı almayacak! Geçiniz.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü;
“Ne” olduğu ya da olmadığı kamuoyu tarafından yıllardır çok iyi bilinen “pembe kazaklı” Hıncal Uluç’un, temsil ettiği ahlak anlayışının pisliği içinde er ya da geç boğulacağına inanıyor ve bu zat’a cevap dahi vermenin lüzumsuz olduğunu düşünüyoruz.
Hakkında gerekli yasal işlemleri başlatacağımız Hıncal Uluç, hesabını Yüce Türk Adaleti’ne verecektir.
Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz,

BEŞİKTAŞ JK

Yorum;
Koskoca Beşiktaş bu kadar alçaltılamazdı. Çarşı / SOS.

Çarşamba, Şubat 13

Halı saha maçı için "Nou Camp"ı ayarlamak

Nou Camp'ta maça çıkmak...
PS oynarken bile insanın duruşunu değiştiren bir şeydir bu bahsini ettiğim. Aslını yaşamak nasıldır kimbilir. Zubizaretta'nın kalesini korumak, Nadal'ın kafya çıktığı yerde topu kontrol etmek, Laudrup'un gol sevincini yaşadığı taç çizgisinde içeriye "korner gibi" bir top atmak, Romario'nun bilmem kaç kez tavaf ettiği ceza sahasına girmek, Figo'nun baktığı yerden içeriye öldürücü bir orta kesmek, Maradona'nın düşürüldüğü zeminde faule maruz kalmak, Schuster'in rakibini sert müdaheleyle durdurmasından ilham alıp yatarak kayarak müdahelelerde bulunmak, Ronaldo'nun seri çalımlarla rakiplerini dağıttığı yarı alanda yaşa başa bakmadan dömivole denemek, ne bileyim işte, daha ne çeşit varsa... Güzel hayaller velhasıl.
Barcelona yetkilileri bu duygulara kayıtsız kalamamışlar ve futbolseverler için bombayı patlatmışlar. Nou Camp'ta 90 dakikalık tam teşekküllü bir maç ayarlamak mümkün. 11 Mayıs - 19 Temmuz tarihleri arasında 40.000€ / 49.000€ parası olan herkes arayıp rezervasyonunu yaptırabilir. 35 kişilik ve 50 kişilik ekipler için biçilmiş fiyatlar bunlar. 2. tarifeyi seçenlere kulüp ekstra hizmetler de koymuş. İşin cazibesine cazibe katmış. 49.000€ ödeyen 50 kişilik ekip için; hakem, fotoğrafçı, megafondan gaz veren bir arkadaş, günün anısına bir sertifika ve takım formaları da hesaba dahil. Bir nevi tam pansiyon.Bu sistem tutarsa -ki şüphem yok- diğer kulüpler için de örnek teşkil edecek, Glazer'ler önce biz yapmalıydık diyecek vs. vs. Türkiye'de de sistemi ilk uygulayacak kulübün alnından öperim. (nasıl yapacaksam artık)
...
Okuyup da canı çekmeyen yoktur eminim. Benim canım çekmedi diyenin de futbolla ilişkisi yoktur. Her neyse, istikamet Nou Camp. Selametle.

Salı, Şubat 12

Hat Trick Hero, Rivaldo vs. Valencia *1

Hat-trick gol söz konusu olduğunda hep cazibenin merkezindedir benim için. 4-5 gol atmanın laçkalığının yanında hat-trick kahramanlara yakışır bir olaydır, tadındadır, asildir, çoktur, kurtarıcıdır.
Futbol hafızamızda boldur elbet hat-trick'ler ama kimilerinin tadı da anlamı da başkadır. Öne çıkan hat-trickleri burada sıralamak lazım geldi dolayısıyla.

Barça'nın Valencia'yı 3-2 devirdiği maçta Rivaldo'nun sergilediği spektaküler performans karşısında yorum yapmak yersiz ya neyse.*Rivaldo kendine özgü firikiklerinden birini attı maçın hemen başında. Sol ayağının içiyle, barajın üstünden süzülen top direğe de çarpıp içeri girdi ki Canizares'in kabusu henüz başlamıştı.
*Baraja maçın 25. dakikasında şık bir kafa golüyle karşılık verdi ve maça dengeyi getirdi. Efsaneyi harekete geçirdiğinden habersizce.
*Valencialılar soyunma odasına doğru bakarlarken sahnede yine Rivaldo vardı. Ceza sahası dışında aldığı topla önce kaleye baktı ancak vurmadı, en doğru anda sol ayağından çıkan öldürücü vuruşu bir sola bir sağa yatan Canizares'in çıkarması mucize olurdu ve Nou Camp'ta mucizeleri sadece ev sahibi gerçekleştirirdi.
*İkinci yarının başında efsanenin önünde yücelmek isteyen toy delikanlı görünümündeki Baraja organize gelişen atakta yine şık bir kafa vuruşuyla fileleri sarstı ve skoru yeniden eşitliğe getirdi. Lig boyunca iki gol atan bu çocuğun bu maşta da 2 gol atması da ayrı bir enteresanlık tabi. Her neyse Baraja bu golle bir anlamda sırayı Rivaldo'ya geçirdi; "show must go on"
*Maçın bitimine 2 dakika kala sahne yine Rivaldo'nundu. Franck de Boer'un ceza alanına doğru kaldırdığı topla tam çizgi üzerinde buluştu. Kale her zamanki yerinde olacağından arkasını dönme gereği duymadı. Canizares yine aynı boş bakışlarla uzandı topa, nafile olduğunun o da bilincindeydi....
Nou Camp ayaklanıp Rivaldo'yu alkışlama yarışına girenlerle doluydu o akşam, bordo-mavili forma altında daha bir gururlu gözüken Rivaldo'da ise ayrılığın getireceği hüzün vardı belki de.

Pazartesi, Şubat 11

Postmatch report: Fenerbahçe - GB Oftaş

Fenerbahçe organize bir oyun ortaya koyup Gençlerbirliği Oftaş'ı 3-1 mağlup etti dün akşam şükrü Saraçoğlu'nda. Maçtan sonra gündem yaratma sevdalıları tarafından bir gol ofsayt, bir gol de yalandan penaltı olarak değerlendirilse de Fenerbahçe kazanmayı haketti.

Sahada ne işleri var diyebileceğim iki adam vardı yine; Uğur Boral ve Yasin Çakmak. Carlos'la oynayacak adamın savunma yönü fazla olacak ki Carlos'un iyi oyuncu sıfatını tamamlayabilsin. Uğur kalibresindeki bir oyuncu ile oynayan Carlos değer yitiriyor ve eksiklikleriyle de ön plana çıkıyor. Yasin Çakmak konusu ise ayrı bir muamma. Defans oyuncusunda bulunması gereken atiklik onda yok malesef. Bunun zamanla kazanılabilecek bir şey olduğunu da sanmıyorum. Top havadayken değil de ayağına geldiğinde düşünmeye başlıyor gibi biz izlenim bıraktı bende. Öncelikli hedefi topu almak, sonrasında bir yerlere gönderme kısmı geliyor. Öte yandan Fenerbahçe'nin yediği golde de Uğur-Yasin ikilisinin boş bakışlarını gördüğümde bu postu yazma damarım iyice kabardı, romanista'nın Kezman'ı beğenmemesi de tuz biber ekti üzerine. Bunu da ekstra geçelim.
Maldonado da dünkü maçın önemli isimlerinden birisi. Gelmeden önce kendisi için yapılan yorumlar Selçuk-Deniz-Kemal üçlüsünden ne fazlası var şeklindeydi ancak dünkü maçta ben fazlasını gördüm: kontrol. Maldonado ilk resmi maçında arkadaşlarını yönlendirdi, oyunun defans kısmında fazlasıyla yer aldı, rakip sahaya fazla çıkmadı, dikine attığı paslar bir elin parmaklarını geçmese de etkisi yüksekti, kendisinin arkada garanti vazifesi görmesi Marco'nun daha çok öne çıkmasını sağladı ki Rıdvan'ın rüyaları da gerçekleşmiş oldu böylece. Her fırsatta dile getirdiği Trabzonspor'daki Marco özlemini dindirmiştir dün akşam.
Maldonado'nun gelmesi Fenerbahçe'deki yabancı dengelerini bozacak. Halihazırda 7 ilk 11 oyuncusu var yabancı statüsünde. Edu, Lugano, Deivid, Alex, Carlos, Kezman, Maldonado. Kim kesilecek bilemiyorum, benim tercihim Deivid'den yana. Hareketli bir yerli oyuncuyla o alan defansif manada daha rahat kapatılabilir. Ya da her hafta bir oyuncu ceza alır, Zico da eleştiriden kurtulur.

Kezman'a da not düşmek lazım, dünkü maçtaki hırsı ve isteğiyle çok olumlu işler yaptı. Bunun temelinde de Marco-Deivid-Alex üçlüsünün ona verdiği destek vardı ki bunu şimdiye kadar pek görmemiştik. Alex, Kezman'ı kabullendi dün akşam Kezman da gerekeni yaptı.
Fenerbahçe'nin sağ kanadında da sorun var aslında. Solda Uğur-Carlos ikilisi fazlaca ofansif kaldığını belirtmiştik, Gökhan-Deivid kanadında ise Deivid tamamen ofansta ve kanattan bağımsız hareket ediyor. Fakat Gökhan'ın ekstra gayretleri ile hatalar telafi ediliyor. Capel bunları yer mi, pek sanmıyorum açıkcası.

Oftaş'a da bir paragraf düşersek şayet; ligin parlayan takımı dün sahada değildi, nerede olduğunu Osman Özdemir de bilemiyor olacak ki maçtan sonra kendinde değildi. Oyuncuların atmosfer baskısı yaşadığını söylese de inandırıcı gelmedi, oyuncular baskıyı kafalarında kurdular kendilerine. Saha içindeki gereksiz sertlikler de bunun bir kanıtıydı. Sarı kartlar havada uçuştu zira.

African Dreamz

Afrika Kupası "beyaz kıtalar"ın onca eleştirisine rağmen tüm canlılığıyla oynandı ve bitti. Finalde iki bayrak ülke; Mısır ve Kamerun karşı karşıya geldi, kupayı kazanan 1-0'lık galibiyetle Mısır oldu. İki finalistin kaptanının da bizden olması garip duygular yaşattı doğrusu. (Ahmed Hassan da hala bizim, inşallah)
Maça damgasını vuran oyuncu da işte bu katanlardan biri olunca azıcık keyfimiz kaçtı ama "that's the football."
Song maçın sonlarına doğru yaptığı ölümcül hatayla rakibe golü verdi. Zidan'ın akıllara durgunluk veren presini de gözardı etmemek gerekir, golü adeta tırnaklarıyla kazıyarak hazırladı.Golü Mısırlı spiker anlatıyor sanırım, Zidan'ı överken arada Song'a da sağlam laflar attı. Sonuç; Vahid-Sıfır.
***
Turnuvadan notlar;
*Mısır 26. kez düzenlenen turnuvada 6. şampiyonluğuna ulaştı. Bu Mısır için üst üste 2. son 10 yılda 3. kez şampiyonluk demek.
*Samuel Eto'o turnuvayı 5 golle krallık yarışının zirvesinde tamamladı. Bir önceki turnuvada da aynı tarifeyi uygulamıştı.
*Turnuvada 14 Afrikalı hakemin yanında 1'er de Japon ve Güney Koreli hakem görev aldı.
*Mısır ve Kamerun ilk tur gruplarında da karşılşatılar ve Mısır o maçı da 4-2 kazanmıştı.
*Turnuvanın en iyi oyuncusu 84 doğumlu Mısırlı Abd Rabo.*Turnuvanın altın karmasında 5 Mısırlı var; kaleci Essam, defansta Gomaa, orta alanda Abd Rabo ile Aboutreika, forvette de Amr Zaky.
*Altın 11'e giren diğer 6 oyuncu da oldukça tanıdık; Geremi, Essien, Muntari, Yaya Toure, Manucho ve Rigobert'in kuzeni Arsenalli Alexandre Song.
*Altın karmanın yedekleri arasında da bizim kaleci Kingson, namı diğer Faruk Gürsoy var. Drogba ve Keita da bu alandaki diğer isimler.

ps: Turnuvayla ilgili detaylı bilgileri alabilmek için resmi web sitesine uğradık ancak yerinde yeller esiyor, domain için pazarlığa girmeyi bile düşündüm o an.

Ustalara Saygı kuşağında United vs. City

Premier Lig'de iki idealist görünümlü menajerin takımları karşı karşıya geldi. Ya da Sven'in gençleri ile Ferguson'un gençleri diyelim. Şehrin mavili takımı maçı 2-1 kazandı ancak bu önemli Manchester derbisine City'nin galibiyetinden çok geçmişe duyulan saygı damgasını vurdu. Takımlar maça popüler kültür sponsorları olmadan çıktılar. City sadece göğüs reklamını yok sayarken, United 50 yıl öncesinin formalarını giyip Münih faciasında hayatını kaybedenlere saygısını sundu.Büyüklerimizin bize anlattığı dönemlerden kalma formalar. İşin garip yanı şu ki bu formalar bir yandan nostaljiyi, saflığı, yalınlığı, güzel oyunu simgelerken; bir yandan da storelarda satılarak günümüzün düzenine de hizmet ediyorlar. Paradoksun ortasında velhasıl.
Maça dönersek şayet; City ilk yarıda bulduğu gollerle Old Trafford'da rakibini yıktı. Goller Vassell ve ligdeki ilk golünü de atan yeni çocuk Benjani'den geldi. United'ın golünü ise 90. dakikada Carrick attı. Geriye Ferguson'un hışımla çiğnediği sakızı, nostaljik formalar ve Sven'in gülüşü kaldı.

Euro 2008 chorus; "Like a Superstar"

Euro 2008'in resmi şarkısı tanıtıldı. Bob Marley'in memleketinden çıkmış ama "felsefesini" anlayamamış Shaggy tarafından yapılan şarkının adı; like a superstar. Akıllara Eurovision Song Contest'teki süpırstarımızı getiriyor gerçi ya neyse.
Şarkının kendisi gibi eğlenceli bir klibi var. Malum iki maskot Trix ve Flix dağ bayır dolaşıp tematik açılımlarda bulunuyorlar. Bu iki maskotun saçlarını -Alpler'den esinlenilmiş- Shaggy'e de benzetmiş olacaklar ki şarkıyı ona yaptırmışlar. Klibi ortaya çıkaran ajansı Crazy Frog'dan da tanıyormuşuz, bunu da öğrendim.

Cuma, Şubat 8

Afrikalı damarı

Karadenizli damarı gibi bir şey bu, olmadık yerde, olmadık zamanda, olmadık bir hareketle karşınıza çıkıyor. Dağılıyorsunuz, afaalatıyor insanı. Afrika Kupası'nın yarı final müsabakasında işte tam da böyle bir olay yaşandı. Gana - Kamerun maçının son dakikasında Reading'li defans oyuncusu Andre Bikey sakatlanan Song'u tedavi için gelen ekipten birisini gözüne kestirdi ve bir darbeyle yere serdi.
Aptalık demekten kendini alamıyor insan ama bu seviyede futbol oynayan birisi bu kadar büyük bir aptallığı yapamaz. İşin aslı başkaysa, bilen beri gelsin.

Real vs. Katalunya feat. Aragones

İspanya futbolunun iki lokomotif takımı Real ve Barça söz konusu oldu mu insanların ikisini birden sevme hakları yoktur. Söz konusu güzel futbol olsa da. Ya Katalanların, ezilmişlerin, Franco'nun zulmüne uğramışların yanındasın, ya da gücün kanatları altında, kibir ve gururun bir arada harmanlandığı yerde, başkentte. Yani takımlardan birini tutmak için gerçek bir neden belirtmek, düşünce-fikir-ideolojiyi de işin içine katmak mecbur. Aşina olduğumuz söylenemez.İspanya A Milli Futbol Takımı'na davet edilen Bojan Krkiç'in İspanya formasıyla poz vermesi-vermemesi meselesinden hareketle İspanya'daki Katalan sorunu alttan alta yeniden gündemde. Hele ki Raul'un milli formaya hasret bekleyişinin uzayacağı yönündeki endişeler arttıkça Bojan'ın milli mesaiye başlaması daha da bir göze battı.
...
Malum iki takımdan çıkacak her oyuncu bayrak niteliği taşımak zorunda ve belli bir misyon üzerinden hareket etmek durumunda. Gündemdeki son misyonerler ise Bojan ve Raul. Daha doğru ifadeyle Bojan vs. Raul. Eski Reallinin yerine gencecik bir Barçalının çağrılması doğal olarak -başta medya olmak üzere- birçok insanı gerdi. Komplo teorileri dolaşmaya başladı piyasada. En muhtemel görünen Aragones'in öyle ya da böyle 2008 yazına kadar görevde kalacağı ve ardından Del Bosque-Camacho ikilisinden birine milli takımın emanet edileceği.
İşte tam bu sürecin orta yerinde, Real Madrid'in yeni formaları göründü.Fazla bir ekstrası yok formanın ancak sırttaki İspanya bayrağı bir yerlere mesaj niteliği taşıyor gibime geldi. "İspanya'nın uluslararası büyükelçisi Real Madrid" savından hareketle ortaya çıkmış ince bir düzenleme herhalde. Şimdi söz Barcelona cephesinde.

Çarşamba, Şubat 6

Münih faciası, 1958...

6 Şubat 1958, Futbol tarihinin en acı trajedilerinden birisi yaşandı. Üzerinden tam 50 yıl geçmiş, acı Manchester kentinde hala.Kazada yaşamlarını yitirenler...
Oyuncular;
Roger Byrne (kaptan), Mark Jones, Eddie Colman, Tommy Taylor, Liam 'Billy' Whelan, Duncan Edwards, David Pegg, Geoff Bent.
Gazeteciler;
Alf Clarke, Don Davies, George Follows, Tom Jackson, Archie Ledbrooke, Henry Rose, Eric Thompson, Frank Swift.
Takım yetkilileri, taraftar, uçak personeli;
Walter Crickmer (kulüp sekreteri); Bert Whalley (menajer); Tom Curry (antrenör); Kaptan Kenneth Rayment (co-pilot); Bela Miklos (rehber); Willie Satinoff (taraftar); Tom Cable (güvenlik)

6 + x = Futbol

Eskiden getir 2 Yugoslav, Alman, Bulgar vs. gerisini boşver zihniyeti vardı Türkiye'de. Futboldaki rant daha bu kadar su yüzüne çıkmamışken. 90 sonrasındaki yıllarda globalleşmeye ve popüler kültür enstrümanlarına ayak uyduracağız dürtüsüyle arttıkça arttı içimizdeki yabancıların -yabancı futbolcuların- sayısı. Kötü olmadı tabi, geliştik, büyüdük serpildik bu vesileyle de bir türlü dengeleyemedik o yabancıların giriş-çıkışlarını. 2, 3, 4 derken 5+1, 6+1, 6 gibi bir sürü formülü denedik farklı farklı zamanlarda, farklı federasyonlarla. Her formülün ortaya çıkışı da beraberinde bir sürü tartışmayı getirdi.Şimdi de 6+2 deyip koydular önümüze. Yiyen yedi, yemeyen eleştirdi. Kuralın ortaya çıkmasında hiç de hoş bir koku yok doğal olarak, tıpkı bundan önceki kurallarda olduğu gibi. Ülke futbolunu yöneten koskoca TFF, al eline bir takvim, bak bakalım önümüzdeki 10 yılda neler var ve biz nerelerde olmak istiyoruz, istiyoruz da bu yolda ne yapıyoruz, ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız, nereden başlamalıyız, kimlerle çalışmalıyız, diğerleri ne yapmış, nasıl yapmış... Sorular uzar gider ama soruları soran kimse çıkmaz. Bir tek TV yayın ihaleleri konusunda herkes konuşur, çünkü ortada ortak hedef var; cash.
Neyse konuyu dağıtmadan toparlamaya çalışırsak, liglerimizdeki yabancı futbolcu sayısı sözünü ettiğimiz futbol eksenli gelecek planlamalarının küçük bir kısmına direk etki eder belki ama bizim devenin doğru tarafı yok görüldüğü üzere. Kulüplerin talepleri doğrultusunda 1 sezonluk kararlar çıkıyor, sonraki sene bir tartışma daha, sonra yeni bir karar. Sen topla, ben çıkarayım, bu kervan öyle de yürür böyle de.Biz yerel futbolumuzda bunlarla boğuşurken FIFA da boş durmayıp futbolun yerelliğini ön planda tutacak girişimlerde bulunuyor. Onların da bir formülü var: 6+5.
Açılımı: Sahaya çıkan 11 oyuncu içinde yerlilerin sayısı yabancılardan fazla olacak. En fazla 5 yabancı ilk 11'de sahaya çıkabilecek. Wenger'i istifaya davet etmek gibi bir şey aslında. Konunun detayları netleşecek ve Mayıs'taki Genel Kurul'da Blatter tarafından gündeme getirilecek. O zamana kadar 6+2'mizle hoş vakit geçirmek ümidiyle.

Salı, Şubat 5

Kanoute mi Drogba mı?

Afrika'nın en iyisi Kanoute seçildi geçen hafta ve ödülünü yerel kıyafetleriyle aldı ilgililerin elinden. Resmi tabirle: "Afrika Futbol Konfederasyonu, Sevilla'da forma giyen Malili golcü Frederic Kanoute'i 2007 yılının en iyi oyuncusu seçti."Lakin işin aslının hiç de öyle olmadığını söyleyen "içerden" birileri var. Mali Afrika Kupası'na erken veda etti ve oyuncular bir anlamda serbest kaldılar, Fildişi Sahilleri ise yoluna devam ettiği için oyuncuların hazırlanması gereken maç vardı ve Drogba da bu oyunculardan biriydi. Hal böyle olunca Didier Drogba da takımıyla beraber yarı final maçına hazırlanmasının daha mantıklı olacağını düşünerek organizasyona katılamayacağını belirtti. Sonrası klasik tezcanlı Afrikalı davranışı; Drogba out, Kanoute in. Kanoute burada eleştirilir mi, biraz, eğer işin aslını biliyorsa -ki biliyordur- o da kibarca gerekeni yapmalı ve ödülü Drogba'ya vermenin yollarını aramalıydı. "Zaten elenmişiz, bir de ödül derdi mi, alıp giderim" dediyse de haklı yine, Dider birinciyse, Frederick de ikinci.

Pazartesi, Şubat 4

Zagreb Fever

Bu tribünlere reva mı şimdi bu yaptıkları...



NK Dinamo Zagreb

2007-2008 sezonuna transfer açısından damgasını vuran takım. Avrupa'nın keşfe çıktığı futbolcu fabrikalarından birisi. Başarılarının arkasında ne var iyice irdelemek lazım. Sezon başında Eduardo'yu Arsenal'e, Vedran Corluka'yı da City'e satarak 30 milyon euroya yakın bir gelir elde ettiler ki iki oyuncunun da geleceği hayli parlak. Kış transferlerinde de free shop gibiydiler maşallah, Beşiktaş'ın tüm savunma alternatifleri bu takımdandı neredeyse. Drpic'i bıraktılar, Gordon'u aldılar vs. Nikola Pokrivac adlı orta saha oyuncusunu da Monaco'ya verdiler ki yaşı henüz 22.Takımın yakın tarihine şöyle bir göz atarsak; 2000'lerde UEFA Kupası'nda boy göstermişler bolca. İlk zamanlar 1. ve 2. turlarda veda etmişler, sonrasında grup aşamasında evlerine dönmüşler. Onun öncesinde de UEFA'nın 3. turunu görmüşlükleri sadece 1 kez olmuş.

Takımın özgüveni ve ileriye bakışı olgunlaşır ve elindeki oyuncuları satmak değil onlarla büyümek gibi bir derde düşerse Avrupa'da adından çok söz ettirir. Yerel başarılarla avunan bir görüntüleri var halihazırda. Her sene en az 1 kupa, şampiyonluklar, transfer gelirleri onlara yetiyor malesef.Parlatıp büyük liglere sattıkları oyuncular bu savı iyiden iyiye destekliyor; Simic, Boban, Suker, Vlaovic, Prosinecki, Vugrinec, Corluka, Eduardo, Nowotny, Kranjcar ve hatta Mark Viduka. Belki ilerleyen dönemlerde bu takım da dize gelir ve Avrupa'da da kupa kazanma arzusuna kavuşur, biz de izleriz büyük bir zevkle Doğu Bloku'nun güzelliklerini.

Ocak transferleri

Beklendiği gibi geçmedi sezon arası, en azından benim beklediğim gibi geçmedi. Gönül isterdi ki, yıldızlar yer değiştirsin, eurolar havada uçuşsun, Afrika'da parlayanlar kampta sözleşme imzalasın. Real transfer yapmadı, düşünebiliyor musunuz? Sağlık olsun yine de, Anelka imdadımıza yetişti ki bunu sık yapar. Ada eksenli transferler daha çok göze çarptı sanki bu dönemde, ya da ben oraya odaklandım. Her neyse, kayda değer olanlar aşağıda.
Nicolas Anelka; Yeterince yazıldı, çizildi hakkında. Fazla söze ne hacet, 39 numara aynı eski günlerdeki gibi. İki küstahın buluşması gibi bir şey oldu ki, Real'den sonra en mutlu günlerini yaşayacaktır!Afonso Alves; Eredivisie'nin çim gibi biten golcülerinin sonuncusu. İkinci Kezman vakası yaşanacak gibi geliyor ya akıllara, haydi hayırlısı. 13 milyon euro'ya Tuncay'ın yanına gitti. Boro bir türlü istediği hücum hattını kuramadı, Tuncay'ın işi şimdi biraz daha zorlaştı ama onun sevdiği de bu zaten; zor.
Muhammadu Sissoko; Valencia'nın gelecek vaat eden oyuncusuyken Gençlerbirliği'ne karşı oynama şansı bulmuştu UEFA'da. Göze çok kolay batacak kadar yetenekliydi ki, İspanya'dan suiçmiş adamları transfer etme fetişi Rafa'nın ellerine yeniden düştü. Gerrard ve Xabi'nin arkasında takıldı ve yine bir başka fetiş sahibine -Juventus'a- geçti. (Juve'nin DMC'si siyahi olmak zorunda sanırım.)
Manucho; Afrika'dan kim nereye gidecek derken Ferguson sazı eline aldı yine ve bu Angolalı adamı transfer etti. Sezon sonuna kadar Yunanistan'da takılacak, sonrasında ManU'yla uzakdoğuya açılır herhalde.Mesut Özil; Schalke'yi bırakıp Werder'e geçti. 4 buçuk milyon Euro veridler adamı, yaşı genç ve önü de açık. Klinsmann'ın ağzına biraz daha yakından bakacak artık.
Martin Skrtel; Liverpool'un Zenit'ten transferi. 10 milyon euro eder mi kısmı tartışmaya açılır. Liverpool'un savunmasında Hyppia'nın yerine geliyor gibi. Soğuk topraklardan.
Jonathan Woodgate; Bir başka Anelka tribi de bu adamda var. Gittiği kulübe pek hayrı dokunmadan ciddi paralara bir başka kulübe. Boro'dan Tottenham'a geçişi 11 milyona mal olmuş. Hayırlı olsun. Bu arada Tottenham'ın bu sezon 10 milyondan fazla bonservis ödediği 5. oyuncu oldu.Nery Castillo; City'nin gençlerinin son halkası. Eriksson'un Schaktar'dan 5 milyona aldığı adam. Tutar mı, bence tutar.
Cesar Delgado; Lyon'un vitrininin son halkası. Sağ taraftan hücum eden 7 milyonluk Arjantinli.
Ever Banega; Valencia'nın çok şey beklediği 18 milyonluk tranferi. Boca'dan gelmesi, 19'unda olması artı, Valencia'ya gelmsi eksi gibi duruyor. Görelim bakalım.